Bediüzzaman Hazretlerinin Hanımlar Rehberi isimli eserinde sadece Müslüman kadınlarla ilgili değil, hangi dinden olursa olsun tüm kadınları ihata eden hakikatler vardır. Zira fıtratın dairesi herkesi içine alır ve İslam’ın kuralları cihanşümuldür. Eserde hanımları tanımlamak için sıklıkla kullandığı ifadelerden biri “taife-i nisa”dır.
Bu ifadeyi kullandığı yerlerden birinde Risale-i Nur’un “kavl-i leyin” üslubuna zahiren uyumlu gibi görünmeyen bir şekilde şöyle der: “Mübarek taife-i nisaiye fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar, daire-i terbiye-i İslamiye içinde mesut bir aile hayatı geçirmeye mahsus, bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsat eden komiteler kahrolsunlar! Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Amin!”
Bu satırları her okuyan kişide akla “Kadını ifsat eden komiteler kimlerdir?” sorusu gelecektir. İlk cevap kadın özgürlüğü hareketi altında örgütlenen derneklerin, platformların çalışmalarıdır. Bunun sayısız örneklerini her gün medyadan takip etmek mümkündür.
Batı medeniyetinde “taife-i nisa”nın bu konuda neler yaptığına dair ilginç bir örneği paylaşmak isterim sizlerle.
İLGİNÇ BELGESELLER
Geçtiğimiz günlerde dünya çapında iki isimle ilgili belgeselde net bir şekilde bu akımın kadın fıtratı üzerindeki etkilerini müşahade etme imkanımız oldu.
Bunlardan biri Sheryl Sandberg, Sosyal medyanın önde gelen markalarından Facebook'ta Mark Zuckerberg’den sonraki en güçlü yönetici konumunda olan bir hanım. Çalışan kadınlarla ilgili yaptığı bir programda kadınlara iç seslerini dinlememeleri gerektiğini, en önemli şeyin kariyerleri olduğunu söylüyordu. Sabah çalışmak üzere evden ayrılırken 3 yaşındaki küçük kızının arkasından ağlamalarını duymamak için yaptıklarını anlatıyor, ve kadınlara erkeklerin egemenliği altındaki ortamlarda hakimiyet kurmanın yöntemlerini sıralıyordu. Doğrusu ya söyledikleri adeta insanın içini donduruyordu.
Diğer bir isimse feministlerin büyük eleştiri yağmuruna tuttukları Anne Marie Slaugter idi. ABD’de Dışişleri Bakanlığında üst düzey danışmanlardan biriyken çok istediği ve severek çalıştığı işinden ayrılmıştı. Sebeb çocuklarıydı. Yoğun çalışma hayatı, ders başarıları gittikçe düşen oğullarıyla iletişim yollarını kapatınca, eşinin elinden gelen tüm desteğini vermesine rağmen bu kararı almıştı.
Feminist arkadaşları da aynı problemi yaşamalarına rağmen, ailesi için işinden ayrılan Slaugter’in kararını acı verici bulmuşlardı. Hele onun “Süper kadın yoktur! Kadınlar her şeye sahip olamaz” başlıklı bir makale yazacağını öğrenince çileden çıkmışlardı. Üst düzey bir danışmanın böyle bir girişimde bulunmasının kadın özgürlüğü hareketini kötü etkileyeceğini belirten feminist arkadaşlarıyla fikrî tartışmalar yapan Slaugter, ailesinin ve çocuklarının çalışma hayatından da feminist inançlardan da çok daha önemli olduğunu fark etmiş, sevdiği işinden ayrılmıştı.
“Aslında işimden tamamen ayrılmış değilim. Dış politika üzerine yazılar yazıyor, internette paylaşıyorum. Yılda 40-50 programa katılıyorum. Televizyon ve radyoda programlar yapıyorum. Yeni kitaplar üzerinde çalışıyorum. Yine de feminist arkadaşlarımın ‘Bizi hayal kırıklığına uğrattın!’ küçümsemelerine engel olamıyorum” diyor.
HÜLASA
Kadını ve erkeği türlü his ve latifelerle donatıp bu dünyaya gönderen Fatır-ı Hakim’in kadın ve erkeğin fıtratına vurduğu mühürler din, dil, ırk gibi sınırlar tanımıyor.
Eğer ayarlarıyla oynanıp bozulmamışsa fıtrat hiçbir zaman yalan söylemiyor!