Gittiği derste, Nur sohbetlerine yeni gelmeye başlayan yaşlı bir hanımla tanıştılar. Muhatabının yüzündeki çizgilere bakıp “yetmişli yaşlarını sürdürüyor olmalı” diye düşündü. Malûm hanımlara yaşları sorulmaz!
Yaşlı hanım, Risaleleri nasıl tanıdığını, sohbete geliş hikâyesini şevkle anlatıyordu: “Aslında Risale-i Nurların neşrinde çok önemli merkezlerden biri olan İneboluluyum” diyordu.
“İnebolu’da okusun okumasın herkes Risale-i Nurları ve Nurcuları iyi tanır. Annem babam okumazdı Risaleleri, ama muhabbet duyarlardı. Risale-i Nurları okuyan, sohbetlerine giden biriyle evlenmek kısmet oldu. Yeni gelinken o kadar çok ısrar etti, baskı yaptı ki bu eserleri okumam için, ben de inatlaştım. Hep uzak durdum. Risale-i Nur’a muhabbetim var, ama eşime inat olsun diye elime bile almadım. Yıllar geçtikçe, hayat imtihanı ağırlaştıkça eşimle inatlaşmakla kendime ne büyük haksızlık yaptığımı anladım. Bu siteye yeni taşındık. Burada da Nur sohbetleri yeni başlıyormuş. Hanımlardan sohbete dâvet gelince hemen icabet ettim. Sohbetleri hiç aksatmam, evde de Risaleleri okurum. Eşim ‘Yıllardır yaptığım duâlar kabul oldu’ diyerek nasıl seviniyor bir bilsen!”
TAKVİM YAPRAĞI
Risale-i Nur’da geçen Nur Postacıları ifadesi nostaljik bir tabir değil. Günümüzde de Risale-i Nur’un dağıtımını yapan Nur postacıları var. Hanımlardan da elbette Nur postacısı hanımlar var. Zaman zaman hepsi bir araya gelip çalışmalarıyla ilgili değerlendirmeler yapıyorlar.
İşte bunlardan biri gencecik Nur postacısı genç kız anlatıyor:
“Geçenlerde sohbetlerimize yeni bir hanım katıldı. Eline takvimlerimizden biri geçmiş. Her gün takvimin arkasındaki bilgileri okumaya başlamış. Yıl sonu gelip de takvim bitmeye yüz tuttuğunda ‘bunun yenisini nasıl alabilirim?’ düşüncesiyle takvimin arkasındaki irtibat numarasından yayınevimize ulaşmış, yeni yılın takvimiyle birlikte yayınlarımızla da tanışmış. Çok hoşuna gidince bu eserleri okuyan insanları bulma gayretine girmiş. Öylece tanıştık. Her hafta dersimizi aksatmadan takip eder… Biz de bu tablodan çok şevklendik. Bir takvim yaprağı bile insanın hidayetine vesile olabiliyor. Elimizdeki güzel hakikatleri insanlara ulaştırmak bizim en önemli vazifemiz… Yapmazsak mesulüz!”
KİTAPLAR TOPRAĞA GÖMÜLÜNCE
Bu mahaldeki Risale-i Nur sohbetine ilk defa gidiyordu. Hepsi şevkli, neşeli, zarif ve lâtif ne hoş hanımlardı!
Ders başladı, hepsi pürdikkat okunanları dinliyordu. İmanî bahsin anlatıldığı ilk dersin akabinde kısa bir ara verildikten sonra Lâhikalardan bir mektup okunmaya başladı. Tek Parti döneminde Nurlara yapılan yoğun baskılar anlatılıyordu okunanlarda.
Sonradan sohbetlere yeni gelmeye başladığını öğrendiği dinleyicilerden biri “Söz alabilir miyim? Yaşadığım bir hatırayı paylaşmak isterim” dedi. Dersi yapan kişi “konu ile ilgiliyse kısaca rica edebiliriz!” diye cevapladı bu talebi.
Söz alan yaşlıca bir hanımdı. “Çocukluğumda evlerde aramalar yapılırdı. Risale-i Nurların bulunduğu evlerin erkekleri toplanıp götürülürdü. Tutuklanır, hapse atılır, eziyet edilirdi. Akrabalarımızdan çok vardı hapse atılan. Bizim evde de teksir makinesiyle yazılan çok Risaleler vardı. Bir gün dedem telâşla bütün kitapları çuvala doldurup evden ayrıldı. Anlattığına göre uzakça bir yerde toprağa gömmüş. Aradan yıllar geçti. Telâşla yaptığından mıdır bilinmez toprağa gömdüğü kitapların yerini bir türlü hatırlayamadı, çıkaramadık kitapları topraktan. Çok üzüldü, üzüldük…”
NOT: Geçtiğimiz hafta “Bir panel bir portre” başlıklı çalışmamızda İbrahim Nakşibendi’yi anlatmıştık. Arapça konuştu, değerli bilim adamımız Cüneyt Gökçe Hocamız da tercüme etti. Cüneyt Hoca notlarımı aktarırken yaptığım bir hatayı lütfedip şöyle tashih etti. Teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz…
“12.12.1972’de vefat ettiğini ifade ettiğim kişi Hocamızın dedesi değil; o, Nusaybin eski Müftüsü ve sad salo dediği Mollazade Efendi... İşte hocanın dedesi Mollazade’nin evinde görüşmüşler...”