Günümüzde çözülmesi gereken bir konuyu farklı yönleriyle değerlendirmek amacıyla ihtisas sahibi uzmanlar toplanıyorlar. Yapılan çalışmaları, konu ile ilgili son gelişmeleri, yapılması gerekenleri değerlendiriyorlar.
Birbirlerinin fikirlerinden, tecrübelerinden istifade ediyorlar. Doktorlar, sanayiciler, ticaret erbabı sempozyumlar, kongreler, fuarlar gibi vesilelerle bir platformda toplanıyorlar.
Fikir alış verişinde bulunmak insanlara özel bir ihtiyaç…
Dinimizde en mükemmel şeklini istişare uygulaması ile alıyor.
ZIRH GİBİ
İstişare etmek Kurân-ı Kerîm’de mü’minlerin vasfı olarak zikredilir. Hakikati bulmak ve Peygamberimizin (asm) bir sünnetine tabi olmak niyetiyle yapılan istişareler şüphesiz ibadet hükmündedir. Alınan ortak kararlarda isabet eden iki, isabet etmeyen bir sevap kazanır. Alınan kararlar uygulanır, sonrasında oy kullananlar fikirlerinden caysalar bile!
Bilirsiniz bu konuda Efendimizin (asm) Uhud Harbi öncesinde Sahabeleriyle yaptığı istişare, uyulması gereken prensipleri ihtiva eden, günlük hayatımızda bize ışık tutacak hakikatlerle doludur:
Savaşmak için gelen müşrikler Medine’nin içinde mi, dışında mı karşılanacaktır? Bu mesele istişare edildiğinde çoğunluğunu genç Sahabelerin oluşturduğu heyet düşmanın şehir dışında karşılanmasına karar verir. Bu konuda bir rüya görmesine rağmen, vahiy olmadığı için Peygamberimizin (asm) şehir içinde konumlanma reyi itibar görmez. Düşmanın şehir dışında karşılanması kararı alınır. Efendimiz (asm) zırhını giyerek savaş hazırlıklarına başladığında genç Sahabeler yanına gelerek düşmanın şehir içinde karşılanmasının uygun olduğunu, hata yaptıklarını belirtirler. Efendimizin (asm) verdiği cevap bize örnek teşkil eder: “Bir peygamber zırhını giydiğinde çıkarmaz!” der.
Bir kardeşimle sohbet esnasında bu olayı hatırladığımızda “Gerçekten de istişare kararları mühürlenmiş kararlar, yine istişare ile değiştirilmediği müddetçe tasdik edilerek Rabbimize sunulmuş bir akit gibi” benzetmesi yaptı ve neticede ikimizi de düşündüren bizzat yaşadığı ilginç bir örnek verdi: Kermes çalışmaları sırasında hanımlar gıda olarak hazırladıkları zahmetli bir ürüne fiyat etiketini istişare kararı ile belirlerler. Ertesi gün bir arkadaş bu miktarı az bulur daha yükseğini belirler. Gerekçesi de yapımında çok kaliteli malzemelerin kullanılmasıdır. Bir türlü müşteri bulamayan ürün günlerce bekledikten sonra neticede hayvanlara yem olur. İşte istişare kararının “zırh hükmünde olduğuna” çok basit, çok ibretli bir örnek..
HÜLÂSA
İşinin ehli, konuya hakim kişilerle yapılan istişarelerde alınan kararlar adeta cemaatin manevî şahsiyetinin konuşmasıdır desek yanlış mı düşünürüz?
Bediüzzaman Hazretleri “Şahs-ı manevi”yi “asrın mühim ve hakikatli bir âlimi” olarak tanımlıyor. “Bütün güzellikler şahs-ı manevinin, kusurlar ise şahıslarındır” diyor. ”Şirket-i amal-i uhreviye” sırrınca haseneler, hayırlar nuraniyet sırrıyla temessül ediyor ve herkes kalp aynasının parlaklığı nisbetinde o nurdan faydalanıyor. Günahlar, hatalar ise kesif olduğu için aksedip yansımıyorlar. İşleyen kişiye has kalıyorlar. Nuranî hizmetlerde durum böyle.
Bizler Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine muhatap isek oradaki sevaplara da muhatap olabiliriz. Alınan kararlar şahısların aleyhine gibi görünse de aslında bu kararlara uymak onları çevreleyen, kuşatan, gelebilecek zararlara karşı koruyan manevî bir zırh gibidir.
Şahs-ı maneviye ve onun temsilcisi hükmünde bulunan meşveret kararlarına itimat etmek, zarar verecek haletlerden kaçınmak gerekir.
Yanlış ya da eksik mi düşünüyorum?