Terör saldırıları, anarşi, kargaşa, huzursuzluk ortamının bütün insanlığı hedef aldığı bir dünyada “insaniyet-i Kübra” olan İslâmiyet’in dünya ve ölüm sonrası hayatta sağladığı emniyete bütün insanlığın ihtiyacı var.
Yardımlaşma, dayanışma, çok çalışma, çocuklarla, bitkilerle, hayvanlarla hemhal olma, ilim öğrenme, gönüllü yardım faaliyetleri, yeni ufuklar kazanmak için okuma okuma…
Bunlar din, dil, ırk tanımaksızın bütün insanların hatta hayvanların bile anladığı “insaniyet dili”… “Rabbim beni edeplendirdi” diyen Peygamberimizde (asm) en güzel şeklini alan güzel ahlâkın tezahürleri.
KİMİN HİMMETİ MİLLETİ İSE
“Tek başıma neyi değiştirebilirim ki? Bir kişiden ne çıkar?” diye düşünmemek gerek. Her şey insanla başlar. Tek bir kişi bile büyük farklar ortaya çıkarabilir. Gayreti ile olayların seyrini değiştirebilir.
‘Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla berâberdir.’ (Bakara Sûresi, 249) âyeti kelâm-ı ezeli olarak insana gayretin ve çalışmanın önemini anlatır. Kur’ân’ın bize verdiği bu derse göre kalabalık olmak başarının “gerek ve yeter şart”ı değildir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin “Âlem-i İslâmiyet’in en acip harbi” olarak nitelendirdiği Bedir Harbi’nde Müslümanlar sayıca çok az olmalarına rağmen başarılı olmuşlar ve İslâm tarihinin seyrini değiştirmişlerdir.
Risale-i Nur’da ortaya konan “Kimin himmeti milleti ise o tek başına millettir” “Hakikî imanı elde eden adam kâinata dahi meydan okuyabilir” gibi düsturlar talebeleri sağlam, sarsılmaz konuma getirmekte ve varlık âlemine farklı anlamlar kazandıran bir bakış açısı sunmaktadır.
Çok çalışmamız, dostluklarımızı arttırmamız, en dar daireden geniş daireye kadar birlik beraberlik duygularını geliştirmemiz gerekir. Çünkü bir ihsan-ı İlâhî bu Kur’ân ve iman hizmeti omuzlarımıza yüklenmiştir. Çok ağır, ancak mukaddes ve önemli bir vazifedir bu yükü taşımaya gayret etmek…
Kur’ân’ın bu asırdaki tefsiri olarak Risale-i Nur’un insanlığa sunduğu en önemli değer “hakikî insaniyet olan İslâmiyet”tir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından önce talebelerine verdiği en son derste de söylediği gibi “Birinin hatasıyla başkası mesul olmaz” Kur’ân prensibine bu asır insanlarının çok daha fazla ihtiyacı vardır. Şu dönemde en fazla ön plâna çıkarılması gereken değerlerden biri “adalet-i mahza” prensibidir. Yani kurunun yanında yaş yanmamalıdır. Hakkın hangi alanda ve kaç kişi için olduğuna bakılmaksızın esas alınması, ferdin hatası ile bağlı bulunduğu ailenin, cemaatin, dinin, mahkûm edilmemesi, en küçük hakkın bile zayi edilmemesine gayret etmek gereklidir.
Peygamberimizin (asm) kendisine hırsızlık yaptığı için getirilen eşraftan bir hanımın cezasının hafifletilmesini söyleyenlere sarf ettiği “Kızım Fatıma da olsa ceza değişmez” kararlılığı bu açıdan ibretlidir.
HÜLÂSA
Düşmanlıkların sürekli körüklendiği, nice masumların canhıraş çığlıklarının her yandan duyulduğu, kuvvetli olanın haklı görüldüğü bu ortamda bütün insanlığın hele de Müslümanların “adalet-i mahza” prensibine “urvet-i vuska” olarak sımsıkı sarılması gerekmez mi?
Özellikle de Nur Talebelerinin kadınıyla erkeğiyle birbirlerine karşı sosyal medyada çirkinleşip çirkefleşmeye başlayan ve ancak İslâm’ın hakikî düşmanlarını sevindiren kör dövüşü atışmalarını bırakıp kendini Kur’ân iman hizmeti vazifelerine odaklamaları gerekmez mi? Asıl vazifemiz, mükellefiyetimiz ve mahşerde bizden cevabı istenecek ödevimiz bu değil mi?