8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne bir başka açıdan bakış.
Stajyer bir gazeteci olarak daha talebeliğinde tanıdığım Nur Ener “Doğuştan gazeteci” diyebileceğiniz donanımlarla cihazlandırılmış pırıl pırıl bir genç kız. Gayretli, şevkli, hareketli, “Daha iyi ne yapabilirim?” gayretinde olan basın çalışanı. Bütün bunların yanında evlilik telâşını da yaşayan, yeni hayatına hazırlıklar da yapan bir gelin adayı.
İletişim Fakültesi öğrencisi olarak dergiler bölümümüzde stajyer çalıştığından, onun mesleğiyle ilgili her türlü gelişmeyi nasıl yakından takip ettiğini, arkadaşlarıyla yaptığı haber yorumlarını gözlemleme imkânımız oldu. Sonrasında gazetemizde çalışmaya başladı. “Sen doğuştan bu iş için yaratılmışsın!” diye takıldığımda gülümseyip “Çok yorucu ama” diyordu. Her halde, yaptığı ses getirici röportajlar bazı çevreleri çok rahatsız etmiş olacak ki sanki adresi belli değilmiş gibi geçtiğimiz hafta bir gece yarısı gözaltına alınıp, akabinde tutuklandı.
Hukuk çerçevesinde yapılan her şeye elbette, boynumuz kıldan ince. Zira zengin aileye mensup suç işleyen bir hanımın affedilmesi için kendisine başvuranlara “Kızım Fatıma da olsa suçluysa cezalandırılması gerekir!” diyen bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz!
Bu yüzden, Nur’a hukuksuz bir şekilde yapılan muamelelerden dolayı üzgünüz!
Sadece Nur’a değil, işlediği suç ispatlanmamış olduğu halde aylardır hapsedilen herkes için üzgünüz! İnancı, dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun haksızlığa uğrayan her kişinin hukukunun mukaddes olduğuna inananlardanız.
Bir idareci olarak Hz. Ali’nin (ra), Hz. Ömer’in (ra), Selâhaddin-i Eyyubî’nin, Fatih Sultan Mehmed’in tarihlere geçmiş hukuk hassasiyetine idarecilerimizin sahip olması gerektiğine inanıyoruz. Onlar devletin idarecisi olarak hukuk konusunda hassasiyetleri yüzünden sair dinlerden olan raiyetleriyle mahkeme salonlarında, kadıların önünde omuz omuza yargılandılar. Hele de “At izinin it izine karıştığı” bugünlerde hukuka riayet her zamankinden daha önemli değil mi? İnandığımız Kitabımız zerre miktar haksızlığın hesabının ahirette sorulacağını haber vermiyor mu?
Ne yazık ki, hukuksuz uygulamaları her fırsatta “din ve dindarlık vurgusu” yapan bir iktidarın döneminde sıkça yaşıyoruz. Kadere fetva verdiren hallerimizle dinin partiler üstü mukaddes değer olduğunu, siyasete alet edildiğinde hak ve hukukun nasıl yerle bir edildiğini, siyasette din vurgusu yapmanın ne tehlikeli hal olduğunu anladık. Başımıza gelen musîbetler için fetvayı kadere tercihlerimizle verdirdik.
HÜLASA
Ümitsiz değiliz. Asrın Tabibi ümitsizliği manevî bir hastalık olarak teşhis ediyor ve diyor ki: “Ümidim kavîdir ki: Çok mâsumların kalblerinden hararet-i hüzünle tebahhur eden “ay,” “vay” ve “ah”lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir!”
Velhasıl, hak ve hukuk her zaman üstündür.
Yeter ki, sabretmesini bilelim.