Bugün kendini dindar olarak takdim eden insanların, din ile veya dinin gerektirdiği ahlâk ile ciddî bir imtihanda olduğu göze çarpmaktadır.
Bu imtihan hiç şüphesiz önceki asır insanlarında da vardır. Lâkin ahir zamanda dünyanın küçük bir köy haline gelmesi, günahların bir kalmayıp binlere bulaşması ve yayılması neticesinde bu asırda bu imtihan daha da derinleşmiştir.
Varlıkla olan imtihanlar, dünyaya olan meyiller, dünyevîleşen dindarları, dinin emirleri ve ahlâkı ile dünya arasında sıkışmış ve şaşkınlaşmış görüntüsü vermektedir.
Artık değer üreten değil, değerleri tüketen, ahlâkın gücü yerine gücün ahlâkını tercih eden hayat tarzı, ne kadar da yapmacık durmakta, yakışmamakta ve dindarlığın temsiliyetine ciddî zarar vermektedir.
Mimsiz medeniyetin bulaştırdığı günahlar sebebiyle, dinin içine giren heva, heves, menfaat, istismar gibi sû-i ahlâk eserleri ile dindarlık, değer üreten değil değerleri tüketen olmuştur.
Bunun neticesinde sentetik dindarlar türemiştir. Bugün bundan nasibi olmayan pek yok gibidir.
İçtimaî hayata yön veren ahlâkın, erdemin, faziletin gücünden ziyade, güçlülerin ahlâkı geçer akçe ve revaçlı mal olmuştur.
Neticede de kişiliğini ve kimliğini kaybetmiş, dünya ile ahiret, seküler ahlâk ile dinin gerektirdiği ahlâk arasına sıkışmış dindarlık profili ortaya çıkmıştır.
Neden hiç dinle alâkası olmayan insanların yaptığı sû-i ahlâk eseri olan fiilleri, kendini dindar diye tanımlayan kişiler gözünü kırpmadan yapabilmektedir?
Hak bir dine mensup da olunsa kişi gereklerini yapma konusunda irade sergilemezse veya amellerine ruh kazandıran ihlâs hakikatini yakalayamazsa ibadet ede ede sû-i ahlâkın içine düşebilir. Demek ki dinin emrettiklerini, onun gerektirdiği şuurdan mahrum olarak, gaflet içerisinde, dini, formalite modunda yerine getirmek, kişiyi intizam altına almayı, iradesini kontrol etmeyi, dünya hayatını düzenlemeyi, sosyal intizamı, şahsî kemalatı netice vermeyecektir.
Böyle olunca dindarlık söylemleri hatta eylemleri içerisinde olduğu halde, yanlışta olan, sapkınlıkta ve ahlâkî düşüklük yaşayan, zarar veren, fitne çıkaran dindar profillerin oluşması kaçınılmazdır.
Hasılı; kendini Müslüman bilen toplumlarda din, toplumun ve bireyin yaptığı şuurlu bir tercihten gittikçe uzaklaşmaktadır. Kültür, gelenek ve merasimlere dönüşmüş bulunmaktadır. Sosyalleşme ihtiyacını karşılamak üzere kullanılmış ve din eğitimi yapan kurumlar, meslek edinme, para kazanma amacına hizmet eder olmuştur.
Dolayısıyla kişinin kıldığı namaz, verdiği zekât, yaptığı hayır, gittiği hac, kişinin ahlâkını yükseltmiyor; ihsan, sabır, tevekkül, mütevazılık, takva ve ihlâsını arttırmıyor. Böylelikle Müslümanların siyasetle, parayla, makamla yani dünyayla imtihanı daha da derinleşiyor. Alışkanlıklarımızı ve ahlâkımızı Allah değil modern dünya belirliyor.
Haramlar, günahların bir kısmına, zaruret kılıfında hem de bu işin erbabı ilâhiyatçılar ve hocalar tarafından cevaz veriliyor.
Din, insanı ruhen, ahlâken bulunduğu yerden yukarılara taşımayı vadeden değerler bütünü iken, bugün yaşanan dindarlık profili, “Dindarlar düne göre bugün daha mı az ahlâklı?” sorusunu sorduruyor.
Hayat tarzını dini emir ve yasaklara göre tanzim etmeyen insanla, Müslüman insanın hayat tarzı arasındaki makas iyice daralmış gözüküyor. Ne yazık ki artık, ‘Müslüman yalan söylemez, haram yemez, haksızlık yapmaz, rüşvet alamaz, israf etmez’ diyemez hale gelmiş bulunmaktayız. Çünkü öyle bir sistemin çarkları içerisinde öğütülüyoruz ki, ne pahasına olursa olsun kazanmalısın fikirleri enjekte ediliyor.
Dengeler bozuluyor ve geriye sadece simgeler, isimler, resimler ve içi boş sözler kalıyor.