"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kafesteki millet

Yasemin YAŞAR
28 Şubat 2015, Cumartesi
Rollo May’ın “Psikoloji ve İnsan İkilemi” adlı kitabından alıntı yapan Kemal Sayar’ın “Kendine İyi Bak” kitabında bulunan bu hikâyeyi okuyunca ne kadar çok hâlihazırdaki insan profilini, milleti, günümüz Türkiye’sini anlattığını anladım.

Hikâye şöyledir:

Bir akşam sarayın bir penceresinden sokakta akıp giden kalabalığı seyreden bir kralın gözüne, o kalabalığın içinden bir adam takılmış. Sıradan bir insanmış bu.

Birden bir merak sarmış kralı: “Hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi, bu adamı da bir kafese kapatsak acaba ne olur?”

Ertesi gün hemen ruhbilimcisini çağırıp ona bu düşüncesinden söz açmış ve kendisini bu deneyin gözlemini yapmaya çağırmış. Ruhbilimci bunun imkânsız olduğunu söyleyip itiraz edecek olduysa da kral, Cengiz Han’dan Hitlere kadar pek çok totaliter liderin bunu yaptığını ve şimdi de bu durumu bilimsel açıdan incelemenin hiçbir mahsuru olmadığını söyleyerek kestirip atmış.

Aslında ruhbilimci de bir insanın kafese kapatıldığında ne gibi davranışlar gösterebileceğini merak ediyormuş.

Ertesi gün kral hayvanat bahçesinden kafes getirilmesini emretmiş. Kafes sarayın iç avlusuna yerleştirilmiş ve kralın gözüne kestirdiği o sıradan adam derdest edilerek kafese konmuş. Ruhbilimci de adamı gözlemlemek için kafesin bir kenarına bir yere ilişmiş. Adam önceleri hep yakınmış. Ruhbilimciye, “İşe gitmeliyim, geç kaldım deyip durmuş.” İkindiye doğru neler olup bittiğinin farkına varmış ve protestoya başlamış: “Kral bunu bana yapamaz! Bu adil değil, kanuna aykırı!.. Sesi kuvvetli, gözleri öfke doluymuş.

“Çok iyi” diye düşünmüş ruhbilimci. “Öfke, yanlış giden şeylerle savaşmak, onu doğrudan protesto etmek isteyen insanların davranışıdır. Birisi kliniğe bu duygu içinde gelse iyi sayılır, ona yardımcı olunabilir.”

Haftanın sonraki günlerinde adam protestolarını devam ettirmiş. Kral ne zaman kafesin yanından geçse adam ona öfkesini haykırıyormuş.

Ancak şöyle diyormuş kral: “Şuraya bak! İyi bir yatağın, bol yiyeceğin var, çalışmana da gerek yok. Sana burada çok iyi bakılıyor. Niye itiraz ediyorsun?”

Birkaç gün daha geçince adamın protestoları azalmış ve sonra bitmiş. Kafesinde sessiz duruyor ve konuşmayı reddediyormuş. Ama ruhbilimci, adamın gözlerinde bir ateş yalımı gibi parlayan nefreti görebiliyormuş. Ağzından birkaç söz çıktığında kısa ve kesin kelimelerle oluyormuş bu; kimden ve niçin nefret ettiğini bilen sakin, ama kuvvetli bir sesle oluyormuş. Kral avluya çıktığında adamın gözlerinde derin bir ateş yanıyormuş.

Ruhbilimci bu derin ateşi haksızlığa uğrayan çok insanın gözlerinde gördüğünü düşünmüş: “Hâlâ iyi, içinde kavga ateşi taşıyan bir kişiye yardım edilebilir.”

Kral ne zaman avluda yürüyüşe çıksa, kafesteki adama kendisine iyi bakıldığını, bol yiyecek ve barınak verildiğini hatırlatıyormuş. Gel zaman git zaman, ruhbilimci adamın kralın sözlerine eskisi kadar öfkeyle mukabele etmediğini, bunları sessizlikle karşıladığını fark etmiş. Adam kralın doğru söyleyip söylemediğini tartmak ister gibi, düşünceli bir halde susuyormuş. Öfkesinin yaktığı o derin ateş zaman içinde sönmeye yüz tutmuş.

Birkaç hafta içinde adam ruhbilimciye bir insana yiyecek ve barınak sağlanmasının ne kadar iyi olduğunu anlatmaya başlamış. İnsanın kaderine razı olması gerektiğini, kadere rızanın bilgeliğin bir parçası olduğunu söylüyormuş. Bir süre sonra da güvenlik ve kadere teslimiyet konusunda bir kuram geliştirmeye başlamış. Bu uzun ve çoğu kez adamın monoloğundan ibaret sohbetlerinde, ruhbilimci onun sesinin düzleştiğini, adeta içinin boşaldığını hissetmiş. “Çok zor” diye düşünmüş ruhbilimci. “Bir kimse kime buğzedeceğini bilmiyorsa eğer, ona yardım etmek çok zor.” 

Adam kendisini ziyarete gelen bilim adamları heyetine şaşırtıcı bir biçimde dostane davranmış ve onlara bu hayat biçimini kendisinin seçtiğini, emniyetin, gözetilip kollanmanın büyük değerler olduğunu anlatmış. “Ne garip!” diye düşünmüş ruhbilimci. “Kendi hayat biçimini temize çıkarmak için neden bu kadar uğraşıyor ki?”

İleriki günlerde kral avluya gezmeye çıktığında adam kafesin parmaklıları ardından ona şükran ve minnetlerini bildirmeye başlamış. Kral ortalıkta olmadığında ise içine kapanık ve vurdumduymaz bir hale bürünüyormuş. Parmaklıklar arasından yiyeceğini aldığında bardağı yahut tabağı yere düşürüyor sakarlığına üzülüyormuş. Konuşması da giderek fakirleşmiş ve gözetilip kollanmanın değeri hakkında geliştirdiği felsefi kuramların yerini “Kader bu” gibi basit ve sıklıkla yinelenen cümlelere bırakmış. Önceki testlerinde hiçbir zekâ sorunu olmadığı açık olan adamın bu durumu, ruhbilimciyi şaşırtmış. Neden sonra, bunun efendilerinin elini öpmeye zorlanan kölelerde sıklıkla görülen bir davranış biçimi olduğunu hatırlamış. Kendilerini besleyen, ama aynı zamanda onları köleleştirmiş kişiler, ne isyan, ne de buğzedebilen köleler de böyle duyarsız bir duruma düşerlermiş.

Kafesteki adam artık gün boyu kafesinde oturuyor, sadece güneşin hareketlerine göre pozisyon değiştiriyormuş. Ruhbilimci adamın yüzünün artık belirli bir ifade taşımadığını o yüzde gülümseyişten bir iz bulunmadığını, yüz ifadesinin tamamıyla boş ve anlamsız bir hale büründüğünü fark etmiş. Adam yemeğini yiyor ve ruhbilimciye en fazla birkaç kelime söylüyormuş. Gözleri uzak ve belirsiz bir noktaya takılmış gibi bakıyor, ama etrafını görmüyormuş. Adam o basit konuşmalarında artık hiç “BEN” demiyormuş. Kafes içinde yaşamayı kabullenmiş. Öfkesi, nefreti dahası içinde bulunduğu hali meşrûlaştırma yolunda bir gayreti de kalmamış. Zira artık aklı başında değilmiş.

Evet, hikâye bu, fakat içinde pek çok hakikat barındırmakta, içinde bulunduğumuz bu günlere pek çok işaretler etmektedir. Ne ilginçtir ki, bugün de böyle krallar ve o krallara minnet ve şükranlarını ifade eden kafesteki adamlar mevcuttur.

Ne ilginçtir ki, bugün de kime buğzedeceğini bilmeyen şaşkınlaşmış insanlar vardır. 

Ne ilginçtir ki, bugün de içi boşaltılmış, şevkini kaybetmiş, istibdadı kabullenmiş, zuhurata tabi olarak yaşayan insanlar bulunmaktadır.

Ne ilginçtir ki, bugün de kafeste bile olduğunu bilmeyen, kralın verdiği birkaç lokmaya tamah edenler vardır.

Ne ilginçtir ki bugün de kafesteki adam gibi kafesin içinde yaşamayı kabullenmiş, köleleşmiş, aklını, duygularını kaybetmiş insanlar vardır.

Bu kafesi, nefis, mimsiz medeniyet, deccalizm ve süfyanizm ve hatta günümüz siyaseti olarak düşünmek doğru olacaktır. Dolayısıyla kafesteki adam, nefis baz alındığında bir şahıs olarak düşünülürken; diğer kafesler düşünüldüğünde ise, kafeste olan koca bir millet akla gelmektedir.

Okunma Sayısı: 3073
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mustafa Yaprak

    1.3.2015 00:40:55

    Sıradan bir hikaye,lakin günümüz insan profilini, milletimizi ve günümüz Türkiye’sini ifade etmesi bakımından sıra-dışı bir hikaye değeri kazandırılmış olmasından dolayı sizi tebrik etmek istiyorum.harika bir bağlaşım.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı