Tehlikenin artık parmakla gösterilecek yerde olması ve neticedeki huzursuzluk halleri insanı korkutmaktadır.
Korkular insana çaresizliğini telkin eder. Ümitsizliğe doğru gidişin ilk hissedişleridir ki, bu da sosyal hayat açısından daha da tehlikelidir.
Sosyal hayatın iyice bozulması, sarsılması, güvenin kaybı, bencilliğin artması ve yoğun yalnızlık hislerinin yaşandığı bu dönemler huzursuzluğu iyice arttırmaktadır.
Samimiyetin ölümü, maddileşmesinin hayatlanması, menfaat çarkı üzerine dönen yalancı siyasetin, kemalâtı, ahlâkı zirüzeber ettiği, ötekileştirmenin, marjinalleşmenin, radikalleşmenin, ırkçılığın tavan yaptığı, hain arayan hain parmakların cadı avına çıktığı dönemler gerçekten insanı huzursuz etmekte ve güvensizlik hissini arttırmaktadır. İşte tam bu durum, kaos, anarşi ve terörün nemalandığı, şeytanın kol gezdiği bir dönemdir.
İnsan, bu güvensizlik hislerini ve ümitsizliğini tedavi edecek doğru adres bulamadığı zaman ideolojik saçaklar altına sığınarak iyileşmeye çalışmakta bu da yaraları daha da derinleştirmektedir.
Evet, esen geçici rüzgârlara kapılmadan doğru bildiğini söyleyebilmek, konuşabilmek, hak bildiğini eğip bükmeden, şartları kendine yontmadan, şikâyet etmeden ve ‘hayır’ demeyi öğrenebilmek ve böylece hayatı sürdürebilmek ne kadar da zor olmuştur.
Birilerinin buyurgan sesine ram olmadan, onun verdiği rüşvetlere kapılmadan var olabilmek, zamanın erdemlilerine has bir tavır olsa gerektir.
Evet, birileri tarafından onaylanmamak, kabul edilmemek, eleştirilmek korkusu insanın içine öyle yerleşmiş ki, insan sürüden ayrılmaktansa ahlâkî erdemlerinden rüşvet vermeyi yeğler duruma gelmiştir.
Artık hayatı korkular yönetmeye başlar. Ancak bir sürü içinde olduğunuzda kendinizi güvende hissedersiniz. Zira korkular size bunu telkin eder. ‘Ya bendensin ya yok olacaksın.’
Otorite sıradan insanları bile zalimlere dönüştüren bir sistemdir. Zira bulaşıcı hastalık gibi herkes kendinden bir düşüğünü korkutur ve zulmeder.
Otoriteye itaat ahlâkın yitip gitmesi demektir. Ve insan otorite ile ahlâk arasında bir seçim yapmak durumunda bırakılır.
İşte tam bu nokta, insanın karakterinin, şecaatinin, iffetinin ve cesaretinin ortaya çıktığı andır.
Otoriteye ram olmuş mürai takımı, küçük hesaplar, rüşvetlerle, his tatminleriyle esas duruşa geçerken gerçek kullar, şahsiyetli insanlar, ‘hayır’ diyebilme cesaretini gösterirler. ‘Hayır’ diyebilmek böyle zamanlarda gerçek kuvvet, cesaret ve şahsiyet göstergesidir.
Zira hiç kimse, kimsenin hür akıl ve iradesine, otoritenin buyurgan ve korkutucu sesiyle ipotek koyamaz. Bu fıtrî değildir, fıtrat fıtrî olmayanı yırtıp atacaktır.
Şu da bir gerçektir ki, otoriteyi güçlendiren ve var kılan, acizlerin, zayıfların ve korkakların bulunmasıdır. Lâkin bu korku siyasetleri öyle bir hastalıktır ki, herkesin içindeki diktatörü birden uyandırıverir. ‘Benim gibi düşünmeyeni, benim gibi yaşamayanı’ kolayca düşman ilân eder ve yok etmeye çalışır.
Ve sonuç, korku kültürü, otoritenin buyurgan tavırları gitgide çok kırılgan olan demokrasiyi işlevsizleştirir ve insanları taklitçi, dalkavuk, münafık hale getirir, hak ve hakikat adına lâl yapar.
Karşılıklı konuşmanın ortadan kalktığı ortamlarda ön yargılar devreye girer. Cadı avı, hain arayışları artar, güvensizlik ve çaresizlik ve güçlenme ihtiyacı otoritenin kanatları altına girmeyi sonuç verir. Ve artık irade kaybolmuştur. Zira o kişi veya kişiler otoritenin diliyle konuşur. Varlığını ancak otoriteye itaatle gerçekleştirdiğine inanır ve bu arada ahlâkı, dini, namusu rüşvet verir, çiğner geçer, umurunda bile olmaz.
Hasılı, sosyal hayatın nizamı korku ile sürdürülemez. Merhamet, saygı ve kendine hakim olma süreci ile bu düzen sağlanacaktır.
Saygı, sizinle aynı düşüncede olmayanı kabullenebilmek, onun inancına, seçimine, iç dünyasına hürmet etmektir. Zira karşıdakinin saygınlığını teslim etmekle, kendi saygınlığını tescil etmiş olur.
Hukukun ilkelerini, ideolojilerin önünde eğip bükmek adalete olan güveni sarstığı gibi insanları inanışlarına, fikirlerine ve tercihlerine göre ötekileştirmek de milletin temelini dinamitlemektir.
Şimdi daha çok demokrasiye ve demokrasiye inanan hükümetlere ihtiyaç vardır. Herkesin aklındakini söyleyebildiği, kimsenin kimseyi aba altından sopa göstererek tehdit etmediği, dostluk ve kardeşliğin hüküm sürdüğü, saygı ve hoşgörü ile fikirlerin kabul gördüğü demokrasi ortamlarına, demokrat liderlere, Demokrat partilere ihtiyaç vardır. Zaten gelinen noktadaki Türkiye manzarası bir kez daha bunu teyid etmiş, manzaranın bütünü demokrasiye olan ihtiyacı bir kez daha ayan beyan ortaya çıkarmıştır.