Dünyaca ünlü piyano virtüözü konser için salona girdi.
Dinleyicileri büyük bir ciddiyetle selâmladı. Önceden tuşları sökülmüş piyanosunun başına geçip konserine başladı. Tuşlara basıyor çalıyor görünmesine rağmen piyanodan hiç ses çıkmıyordu.
Ünlü virtüöz her parçadan sonra büyük bir ciddiyetle seyircileri selâmlıyor ve diğer eserini çalmaya başlıyordu.
Dinleyiciler birbirlerine göz ucuyla şaşkın şaşkın bakarak ne yapmaları gerektiğini araştırıyorlar, fakat nedense tepki göstermiyorlardı. Aksine çalınıyormuş gibi yapılan her eserden sonra çılgınlar gibi alkışlıyorlardı.
Konser tam iki saat sürdü. İki saatin sonunda piyanist oturduğu yerden kalktı ve büyük bir ciddiyetle seyirciyi selâmladı. Salon alkış sesleriyle adeta inliyordu.
İngiltere’de yaşanan bu olay sonrası bir gazeteci piyanistle röportaj yaptı. “Siz çalıyor gibi yaptınız, bizde çalınıyormuş gibi çılgınca alkışladık. Ne yapmaya çalıştığınızı anlayamadım.” dedi. Piyanist, “İnsanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim, meğer sınır yokmuş.” der.
Bugün Âlem-i İslâm’ın manzarası, kendi ülkemizin manzarası tam da budur. Birileri çalıyor gibi yapıyor, birileri de elleri kızarıncaya kadar alkışlıyor. Bir Allah’ın kulu da, “Ses gelmiyor, sen çalmıyorsun, aklımızla dalga mı geçiyorsun?” demiyor.
Bazı uyanık zekâlar!, korkak ruhlar, kaypak karakterler de bazı kavramlara farklı manalar giydirerek kendilerini rahatlatmış görünüyor.
Korkaklığa, ihtiyat adı takanlar,
Gurura, vakar adı verenler,
Zillete, mütevazilik anlamı yükleyenler,
Şimdilerde de tepkisizliğe, müsbet hareket adını takmışlar.
Oysa tepkisizlik aslında kişinin kendini, kendi konumunu, değerlerini yok saymasıdır. Ve ciddî bir psikolojik hastalık ve karakter problemidir.
Müsbet hareket ise tepkisizliği, susmayı, mümaşaatı, ortamına göre hareket etmeyi değil, tam tersi yapılması gerekeni, konuşulması gerekeni üslûbunca, yerinde ve zamanında ifade etmek anlamına gelir. Zaten müsbet ve hareketten, hareketsizlik yani tepkisizlik çıkmaz.
Müsbet hareket, tepki verilmesi gereken yerde hiç ortalarda olmayan tatlı su balıklarının işi değildir.
Biz millet olarak hakikaten çok söyleniyor, çok konuşuyor, ama yerinde konuşmuyor, söylediklerimizi de söylenmesi gerekene söylemiyoruz. Tuhaf ve bir o kadarda bozuk bir ahlâk.
Bugün tepki veremeyen konuşamayan hatta nemelazımcılık hastalığına tutulmuş bir Âlem-i İslâm manzarasıyla karşı karşıyayız.
Bediüzzaman ne güzel ifade etmiştir; “Nemelâzım başkası düşünsün, istibdatın yadigârıdır.” Her güzel haslet gibi cesaretin kaynağı da imandır. Dolayısıyla tahkikî iman dersi alanların bu kadar tepkisiz ve cesaretsiz olması düşünülemez. Müslümanların bu hassasiyetleri gelişmezse daha nice zulümler, ahlâksızlıklar, adî vak’alar, nemelâzımcılık hastalığı ile iyice yayılacaktır.
Tepkisizlik sahipsizlik kavramıyla da alâkalıdır. Manevî anlamda, iç dinamikler, özgüven, öz saygı anlamında, nokta-i istinat ve istimdadı zayıf olan insanlar tepkisiz olurlar. Sosyal anlamda da istibdatçı zihniyeti hazmeden, yani demokratik zihniyete sahip olamayanlar tepkisiz olurlar.
Hasılı, Mehmet Âkif Ersoy ne güzel söylemiş:
Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için kalkıp geçmişe sövemem
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.