Anladım ki diksiyon anladığımdır. Anladığımı anlatabildiğimdir. Anlamadığımızı diksiyonla nasıl güzelleştirip aktarabiliriz?
Diksiyon kendimizi, okuduğumuzu yerli yerince, üslûbunca aktarmak iken; anlamadığımızı nasıl aktarabiliriz? Ses tonunu, vurguyu ve anlamı katamayacağımız aşikârdır anlamadan anlatılanlara.
Anlam ve diksiyon. İkisi birbirinden kopuk, uzak olamaz. Anladıkça okur, okudukça anlam katarız kendimize. Anlatırken de anlayarak vurguluyoruz, anlayarak desen veriyoruz sesimize. Anladıkça ıtır çiçeğinin dalları gibi kıvrım veriyoruz nefesinize.
Aktarmak gerek bildiğimizi, fikrimizi. Sunmak gerek gerekli oldukça zihnimizi. Bunları yaparken de diksiyonumuzu, yeri geldikçe yerli yerince kullanmak gerek. Telâffuzdur aslında diksiyon. Lâfızları en uygun şekilde, anlamı bozmadan, kendimizi de bozmadan aktarabilmektir karşıdakine. Karşıdakinin kim olduğunun da önemi yoktur aslında. Bir kuş, bir böcek, bir insan ya da bir Nisan çiçeği. Belki de bizlere lâfzımızı, sesimizi ve nefesimizi verene iltica ederken telâffuz etmektedir kendinizi.
Önce düzgün okumak, okuduğumuzu ise gerçek mânasıyla okumak. Anlama anlam katarak, anlamı anlatarak okumak. Duygumuzu, kişiliğimizi, hislerimizi katarak okumak telâffuz. Telâffuzu güçlendikçe insanın, lâfızların tesiri de kaçınılmaz hâle gelir. Kontrol mekanizması gerekir telâffuzda. İnsanın nefsini kontrol etmesi gerektiği gibi hayatında; nefesini de kontrol etmeli diksiyonunda. Ses tonunu ayarlamalı, vurguyu ise yerinde ve zamanında yapmalı, kelimeye hayat vererek. Birbiri arkasına dikerek kelimeleri, canlılık kazandırır telâffuz ağzımızdan çıkan her kelimeye, her sese. İnsan canlı ise, can katmalı ağzından çıkan her nefese.