"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ulema-i Râsihun: Bediüzzaman (2)

Şemseddin ÇAKIR
14 Şubat 2020, Cuma
Bu ifade; Rusuh kökünden “râsih” kelimesinin çoğulu olup; köklü, sabit olmak, şüpheden uzak olup, kesinlik kazanmak gibi anlamları ifade ediyor. Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde “er-rasihun fil ilm” terkibiyle geçen bu ifade; tabiri caizse Kur’ân referanslı veya Kur’ânî bir terkiptir.

Bir de eş anlamlı kabul edilen “natihun” vardır ki o da; zayıf ihtimalleri bertaraf eden güçlü bilgi anlamına gelir. Bu kelâmın bir ünvan ve bir makam olduğu anlaşılır.

Müteşabihat: Birden fazla anlam veya ihtimal taşıyan, anlaşılmasında güçlük bulunan lâfız veya fasıl demek olduğuna göre onun da, ancak böyle zatlarla anlaşılabileceği izahtan varestedir. Böyle olunca kıyamet alâmetleri ile ilgili müteşabihatı da râsih kişilere havale etmek gerekir. Tabiri caizse; tâki nefs-ül emirdeki meselenin gerçeğine vasıl olunabilsin.

Bu meseleye en güzel delil ve misal de kanaatimce Bediüzzaman’ın tevafuklu Kur’ân’ı ve Âyet-ül Kübra gibi beşer aklının ifâde edemediği eserleridir. Hakikî te’vili de ancak böyle zatlar yapabilir. Zira te’vil de; naslardaki bir lâfza taşıdığı muhtemel manalardan birini tercih edip yükleme olduğuna göre, bunu neye göre kim tercih edecek? Tefsir dahi Kur’ân-ı Kerîm’i yorumlayabilen bir ilim olduğuna göre, bunu da elbet ilimde rusuh sahibi birinin yapması şayanı tercihtir.

Demek her halükârda ilimde rasih olana şiddetle ihtiyaç olduğu anlaşılır. Eğer bu ihtiyacı Bediüzzaman karşılamışsa ‘alerre’s vel ayn’, gökte ararken yerde bulduk demektir.

Geçmiş ulemanın “rasih” hakkındaki yorumları 

İmam Malik’e göre, râsih âlimlerin” dört özelliği vardır:

a) İleri derecede takva ve haşyet sahibi olmak.

b) İnsanlara karşı alabildiğine mütevazı olmak.

c) Dünyaya en küçük meyletmekten bile kaçınmak.

 d) Nefsi ile daima mücâdele edip bu mücâdelede başarı sağlamak.

Ünlü müfessir Fahreddin er-Râzi “İlimde râsih olanları” başta Allâh’ın zat ve sıfatları olmak üzere Kur’ânî hakikatleri derinliğine keşfeden kişiler,” şeklinde açıklar.

Elmalılı Muhammed Hamdi, ”İlimde derinleşenlerin eğilmeyen, eğrilikten nefret eden, bildiğinin ve bilmediğinin farkında olan, bildikleri vasıtasıyla bilmediklerini çözümlemeye gücü yeten ilim erbabı” olduğunu belirtir. 

Ona göre “İlimde rusuh” sahibi olanlar, muhkem ve müteşâbih âyetlerin hakikatine iman eder, fitne ve belâdan uzak durur, haddini bilir ve ilm-i İlâhiyeye havâle edilmesi gereken hususları ona havâle ederek tam bir teslimiyet gösterir.

Bazı tasavvufî tefsirlerde de, “Râsih âlimler” uluhiyetin sonsuz sırlarından göreceli olarak hissesi fazla olan, Kur ‘ân âyetlerini çok boyutlu olarak anlayan, âyetlerin zâhirî ve bâtınî işâretlerinden belli oranlarda haberdar olan ilim ehli olarak açıklanmıştır.

Burada kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse; bu izahların hepsinin bileşkesi aynen bir Bediüzzaman profili ortaya koymaktadır. Yani hakperest zâhiri müfessirler dahi adeta Bediüzzaman’ı işâret ediyorlar. Demek ki akl-ı selimin yolu birdir. 

Risale-i Nur’daki yorum

Önce metni aynen naklediyorum.

On üçüncü Âyet: “Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah’tan ve Allah’ın kendilerine İLİMDE derinlik ve istikamet ihsan ettiği kimselerden başkası bilemez. (Ali İmran: 7)

On dördüncü Âyet: “Fakat onlardan ilimde derinlik ve istikamet sâhibi olanlar. (Nisa: 162)

Bu iki âyet bu asra da hususî bakarlar.

Birincisinin meali gösteriyor ki; ehli dalâlet müteşâbihatı Kur’ânîyeyi yanlış te’vilat ile tahrifine ve şüpheleri çoğaltmaya çalıştığı bir zamandaki ilimde rüsuhu bulunan bir tâife o müteşâbihat-ı Kur’âniye’nin hakikî tevillerini beyan edip ve iman ederek o şüpehatı izale eder. Bu küllî mananın her asırda masadak ve cüziyatları var.

Harb-i umumî vasıtasıyle bin seneden beri Kur’ân aleyhinde terâküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübuhatın bir kısmı fenni şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şubuhatı ve itirazları bu zamanda def eden başta Risale-i Nur ve şakirtleri göründüğünden, bu âyet bu asra da bakıyor. Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir bürhanı olan onuncu sözün etrafa yayılma tarihine ve Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu beyan eden Yirmi Beşinci Söz’ün iştiharı hengâmına, hem Alak Sûresi’ndeki “Şüphesiz ki insan azmıştır” mealindeki âyetin adedine tam tamına tevafukla bakar. 

İkinci âyet olan “ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar” meâlindeki âyetteki şeddeli “ra” aslına nazaran bir “lam”, bir “ra” sayılmak cihetiyle, makam-ı ebcedisi bin üçyüz kırk dört etmekle her asra baktığı gibi, bu asra da, hususî remzen bakar. 

Demek bu âyet onları dahi dâire-i harimine hususî dahil ediyor.

Okunma Sayısı: 2670
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı