Son süreç başladıktan sonra en çok tekrarlanan sözlerden biri şuydu: “Kaç aydır şehit haberi gelmiyor, bu bile tek başına süreci desteklemek için yeterli bir sebep değil mi?”
Bu hava içinde, mayın ve kaza gibi sebeplere bağlı olarak gelen “münferit” şehit haberleri geçiştirildi. Paris infazları ve 4’ü Türkiye vatandaşı, tam 17 kişinin can verdiği Cilvegözü patlaması gibi hadiseler de provokasyon olarak yorumlanıp, fazla kurcalanmadan üzerleri kapatıldı ve faili meçhuller dosyasında unutulmaya terk edildi.
Her iki olayda da Şam’ın parmağı olabileceğine ilişkin iddialar ise spekülasyon olarak kaldı.
Ama anneler günü arefesinde Reyhanlı’da patlayan ve onlarca cana mal olan bombalar pek öyle kolayca geçiştirilebilecek gibi görünmüyor.
Başbakanın ilk değerlendirmesinde ağırlıklı olarak sürece yönelik bir provokasyon ihtimali bağlamında yorumladığı bu hadise için Yardımcısı ile İçişleri ve Dışişleri Bakanları, El Muhaberat bağlantısı üzerinden Esed’i adres gösteren açıklamalar yaptılar; hatta Atalay ve Davutoğlu, “Muhaliflerle ilgisi olmadığı kesin” diye konuştu.
Ancak El Kaide’den sonra üretilip yer yer bu örgütle de çatıştırılan El Nusra ihtimaline, daha ötesinde İsrail ve derin Rusya şıklarına dikkat çeken Prof. Deniz Ülke Arıboğan (Vatan, 12.5.13) gibi yorumcuların analizleri de yabana atılmamalı.
Tabiî, bunların hepsi spekülasyon. Ve işin arkaplanı da muhtemelen hiç aydınlatılamayacak.
Eğer Reyhanlı katliamı Suriye’deki dehşet verici gidişatın bir yansıması olarak gerçekleştiyse, esas üzerinde durulması gereken birinci husus, oradaki durumun nasıl ve neden bu hale geldiği, ikincisi de Türkiye’ye nasıl ve niye sirayet ettiği.
İki sualin cevabı, Türkiye’yi ilgilendiren boyutuyla aynı noktada kesişiyor. Ankara her fırsatta Şam’a rest çekerken Suriye’deki silahlı muhalefete kucak açıp ÖSO’ya kendi topraklarında karargâh kurduran, Reyhanlı gibi sınır ilçelerinde CIA’nın ofis açmasına ve mülteci kampları başta olmak üzere bölgede ajanların cirit atmasına imkân veren politikalarıyla, alevlenip bu hale gelmesine katkı verdiği çatışmanın aktif tarafı oldu.
Kimyasal silah iddialarında şüphelerin Şam’da değil, muhaliflerde yoğunlaştığını bildiren BM yetkililerinin aksine, bizimkiler “Kimyasal kullananın Esed tarafı olduğunu MİT kesin olarak tesbit etti” iddiasını öne çıkardılar ve Erdoğan da bunun delilini Obama’ya vereceğini ifade etti.
(İşin garibi, Sağlık Bakanı, Suriye’den getirilen yaralıların durumunun kimyasal şüphesi doğurduğunu, ama bir haftadır yapılan laboratuar tetkiklerinin kesin bir sonuç vermediğini söyledi.)
Reyhanlı saldırısını, Erdoğan’ın bir ABD televizyonuna Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturulmasını destekledikleri mesajı vermesi ile irtibatlandıran değerlendirmeler de yapılıyor. Aynı yayında ABD askerlerince yapılacak bir kara harekâtına destek iddiası da vardı, yalanlandı. Ama bu tekzip, oluşan algıyı değiştirebildi mi, tartışılır.
Olayın akıllara getirdiği “Kuzey Irak merkezli PKK’nın yerini Kuzey Suriye irtibatlı D(T)HKP-C Acilciler çetesi mi aldı?” suali de ayrı bir bahis...