"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kışta gelen adamın bir bahar imtihanı

Zeynep ÇAKIR
19 Nisan 2014, Cumartesi
13 Nisan önemli bir tarih...
 Bundan 105 yıl önce rûmî 31 Mart, milâdî 13 Nisan 1909’da bir ihtilâl oldu. Tarihler bunu meşrûtiyet karşıtı gerici isyanı yaftasıyla kayda geçirdiler... 31 Martın müsebbipleri de, isyanı bastıranlar da demokrasi sınavının bu ilk barikatında sınıfta kaldılar.
1- “Dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan” kesimler yeni düşünce sahiplerinin uygulamalarına “din elden gidiyor” telâşıyla karşı dururken, padişahı korumak adı altında mutlakiyete prim verdiler: Haksız oldular.
2- Hürriyeti kendi iktidarını kuvvetlendirmek için bir âlet olarak kullanan İTC (İttihad ve Terakki Cemiyeti) mensupları ise; rakip gördükleri her kesimi rejim muhalifi kapsamına alarak meşrûtiyeti kendi meşrûiyetlerini kabul ettirme vasıtası yaptılar: Zulmettiler...
3- Yaygaranın başını çeken ise medya oldu. Ve amansız bir karşıt düellosu yaşandı... “Edipler edepli olmalı” sözü bu durum için söylendi...
4- “Şeriat isteriz” sözü aslında “Adâlet isteriz, haksızlıklara karşı durmak isteriz” mânâsında idi, fakat bu hoşnutsuzluk; bizi dinden koparan yeni idareciler ve işte bu rejimdir... O halde padişah dik dursun eğilmesin ve ipleri ele alsın isteğine dönüştü; her kötülüğün sorumlusu yeni rejim olarak algılandı: Saflar keskince ayrıştı.. Ve ne hazindir ki padişah 2. Abdülhamid’in bu hadiselerde dahli olmamasına rağmen isyanı el altından tezgâhladığı ithamiyle; isyanın sonunda tahttan indirilecek, sarayı yağmalanacak, hanedan tarihinde ilk kez ha’l edilmiş bir hükümdar sürgüne gönderilecektir!
5- Hürriyet taraftarları ise Batı sarhoşluğundan gelen bir ifratla bütün kayıtlardan azâde olma yoluna gittiler. Dinî hassasiyete riayetsiz bazı harekâtı hürriyetin gereği gibi irtibatlandırdılar. Böyle bir hürriyet anlayışının meşrû ve şeriata uygun olmadığı çok açıktı. Zaman içinde ise: rejimin koruyuculuğu rolünü üstlenip hâkim olanın borusunun öttüğü bir hürriyet elbisesi giydiler; dar geldi, bedene uymadı, tepki gördüler...
6- Hürriyeti;  yani özgür düşünce ortamını Batılı normların bir lütfu ile kazanmadığımızı, bundan ötürü de yeni yapılanmanın ancak şeriata dayanan uygulamalarla topluma mal olacağını ve meşrûiyetini ancak böyle tescil edebileceğini defalarca söyledi Bediüzzaman: “Meşrûtiyet-i meşrûa” diye formüllendirdi...
7- Hürriyeti yanlış tefsir edenlerin rağmına aslî hüviyetiyle sahiplendi...
 Şeriata ise bir partinin inhısarıyla değil, muhalefet aracı olarak hiç değil, siyasî kamplaşmaların odağı dışında Âlem-i İslâm’ın milyonlarca müntesibinden biri ve onların hissiyatına ortak olarak sahip çıkıyordu. Bu görüşünü  mahkeme reisinin yönelttiği; “Sen de Şeriat istemişsin?” sorusuna verdiği cevapla tarihe kaydetti; “Şeriatın bir hakîkatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, şeriat, sebeb-i saadet ve adâlet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.”
Ne var ki tarafgirlik hem hürriyetçi hem de şeriatçi olmayı kaldırmıyor illa ki yandaş muhalif kodlamasına tabi kılmak gerekiyordu. Suçu, günahı, cinayeti: İTC karşıtı Volkan gazetesinde yazdığı yazılardı. Haliyle toptancı tasfiyeden nasiplenmekten kendini kurtaramayacaktı...
 8- İTC icraatlerini tenkid etmek eşittir, rejim karşıtlığı olarak kabul edilince de isyana karışsın karışmasın iktidarın önünü tıkayan potansiyel bir güç oluşturan sakıncalıları devredışı bırakan bir ihbar mekanizması oluşturuldu.
  Muhalifleri bir kıyım makinesi gibi öğüten ve ifade özgürlüğünün sonunu Divan-ı Harbi Örfi Mahkemelerine ve darağaçlarına götüren rejim mahkemeleriyle henüz doğmaya başlayan hürriyet boğuldu...
9- “Dine bunlar zarar getirecek” diyenler ile;  geri kafalılık ile biz kalkınamayız diyenlerin ilericiliğinin (! ) tesadümü sonucu; rejmin ismi meşrûtiyet olarak devam etse de: resimde görünen; eskisinden de amansız bir mutlâkiyet oldu: Bir hükümdarın yerine bu kez; parti devletinin hâkimiyeti doğdu...
10- Bu hadiseler işte böyle pırıl pırıl bahar günlerinde yaşandı... Bediüzzaman da hoca-âlim kimliğinden ötürü kaçınılmaz olarak şeriatçi yani İTC karşıtı olarak görüldü ve bu mahkemelerde yargılandı. 1 Mayıs 1909’ da girdiği Bekirağa Bölüğünden-Hurşit Paşa’nın mahkeme reisi olduğu yargılanma sonucu 23 Mayısta beraat etmişti.
11- Beraat eden şahıs niye: “ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM” desin ve niye böyle demişti Bediüzzaman?
12- Çünkü o; baharı gelmeyen kış mevsiminin insanıydı. Helâket, felâket asrının adamı idi. Cennet gibi bir mevsimi kışa çeviren ve cennet misâl bir memleketin insanlarını birbirine düşüren ve Asr-ı Saadet ikliminden uzaklaştıran her türlü istibdadın, tahakkümün, ifsadın; cehennemi keşmekeşi içinde bulmuştu kendisini. Memleketin selameti için vatanını seven her ferd gibi; üzerine düşen vazifeyi yapmaktan başka gayesi yoktu halbuki...
Esaslı bir eğitim reformu olsun, din ve fen imtizaç etsin, iki başlılık kalksın, vatan kalkınsın.. Bu gayelerin tahakkukuydu bütün arzusu. Üniversitenin ismi bile bir bahar ferahlığı ve tazeliğinin muştusunu sunuyordu okuyanlara: “Medresetüz -Zehra.”
Ecnebilerin attığı nifak tohumlarının, her yerden boy veren iki başlılığın önü alınsın, uhuvvet ve ittihadın elele verdiği bir diriliş hareketiyle bu vatan evlâdlarının gönüllerinde  Asr-ı Saadet çiçekleri filizlensin, sümbüllensin istiyordu. Bütün arzusu ideali buydu. Bunun için gelmişti Pâyitahta.
Peki ne ile karşılaştı?
Neye lâyık görüldü? Önce padişahın vesvesesi ile tımarhane ve hapishaneye şimdi de yeni muktedirlerin nezdindeki suçlarla idam isteği ile divan-ı harbe!
Dâvâsının arzusunun tam aksi bir biçimde itham edilmek; uydurma ihbarlarla rejim aleyhtarlığı gibi bir suç isnad etmek ve üstelik bunu kendilerini müdafaadan âciz yüzlerce mâsuma teşmil etmek, karşıt bir partide olmayı rejim düşmanlığı olarak damgalayıp cadı avına dönüştürmek için kurulan mahkemeler; adâletin değil, olsa olsa zulmün temsilcisi olabilirdi... Hurşit Paşa reisliğindeki mahkeme adâleti tecelli ettiren kararı vermiş olsa bile; bu zihniyetin ta kendisi; yeni mazlûmlar üretmeye devam etmeyecek miydi?
13- Oysa; İman hürriyet demekti.. İman ziyadeleştikçe hürriyet parlayacaktı. Nefsini her türlü bağların köleliğinden kurtarmak ve Rabbine inkıyad etmek  için yapılan iman seferberliği ve teçhizatı güzeldi elbet. Lâkin bu sürecin fikir ve düşünce  özgürlüğüne yansımasına  despotane anlayışlarla ket vuruluyor ehl-i imanın hamiyetini elinden alıyor, terakkiye mani oluyordu. İster adına mutlâkiyet, ister meşrûtiyet densin hâkim ve çoğunluk olanın ideolojik kaygılarından ötürü fikir hürriyetini tahdit eden uygulamaların  her kesimden sahipleri  işte bunun için zalimdi, zulmediyorlardı...
14- Âlem-i İslâmın üzerindeki kara bulutları dağıtmak, Cennet Âsa baharların insanı olmak için hürriyetperver olmak icap ediyordu. Hürriyet caddesinden ulaşılıyordu, ancak Asr-ı Saadete. “Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm’ın terakkisi ve onların uyanması ve intibahı ile olan Arab’ın saadetinin fecr-i sâdıkının emareleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ben dünyaya işittirecek bir derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbâl yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak” hükmünün icrası; bünyeyi saran çeşit çeşit istibdatları yıkmak ve hürriyete kuvvet vermekle mümkün olacaktı...
15- Bahar müjde, bahar ümid, bahar neşe demekti. Âlem-i İslâm’ın; uhuvvetine, ittihadına, tesanüdüne boranlar karlar yağdırıp zarar veren, yüreklerini üşüten, güneşlerini doğdurmayan her yaklaşım görüldüğü üzere dün de zulümdü, bugün de zulüm.
Ve biz: Bediüzzaman’ın hürriyet ve demokrasi ölçütlerini rehber edinmedikçe Asr-ı Saadet ikliminden uzak düşecek, cennet asa baharların müntesibi olmayı müştakane istememize rağmen hürriyetin rağmına verdiğimiz primlerin tokadını yemeye devam edip; “baharın gülleri açtı yine mahzundur bu gönlüm” şarkısını söylemeye mahkûm olarak, ümidimizi başka bir bahara ertelemeye mecbur kalacaktık!
Okunma Sayısı: 1232
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı