19 Nisan 2014, Cumartesi
17 Aralık sonrası siyaset literatürüne giren ve 30 Mart sürecinde iktidarın en çok seslendirdiği, hatta seçim kampanyasını adeta tamamen onun üzerine bina ettiği “paralel devlet” söylemi, hız kesmeden, dahası şiddeti giderek daha da artan bir dozda tekrarlanmaya ve kapsamı genişletilerek gündemde tutulmaya devam ediliyor.
Paralel bürokrasi, paralel yargı, paralel emniyet, paralel istihbarat, paralel üniversite, paralel okullar, paralel medya, paralel imamlar... Uzatın uzatabildiğiniz kadar...
Bu söylemin bu kadar yaygınlaştırılıp her tarafa teşmil edilmesi, neredeyse bütün muhaliflerin “paralel” diye damgalanıp tasfiye operasyonlarına hedef yapılması, tasfiyelerin yer yer cadı avına dönüşmesi, pek sağlıklı ve dengeli bir psikolojiyi yansıtmıyor; tam tersine giderek daha vahim boyutlar kazanan bir paranoya ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
Bu süreçte gerek söylem, gerek eylem düzeyinde sergilenen keskin U dönüşleri de çarpıcı.
Meselâ geçen hafta Karadeniz TV’de katıldığımız programın sunucu ve moderatörü Çağlar Cilara, daha önce aynı programda konuştukları bir AKP’li eski bakanın, Gülen cemaatiyle ilgili olarak, “Meğerse Genelkurmay onlarla ilgili tesbit ve kaygılarında haklıymış” dediğini aktardı. Bu, bizim defaatle dile getirdiğimiz “AKP statüko ile bütünleştikçe onun reflekslerini daha fazla sahipleniyor” tesbitini teyid eden manidar bir dönüşümün ikrarı değilse ne?
Aynı şekilde, Erdoğan’ın seçim meydanlarında cemaati kast ederek söylediği “Paralel yapı gözbebeğimiz TSK’ya sızdı” sözüne ne demeli?
Keza yakın zaman önce Erdoğan’ın eski demokratları onunla işbirliği yapmakla suçladığı Doğu Perinçek’in, “Gülen’e karşı Erdoğan’la beraberim” çıkışı yapması ne anlama geliyor?
Ya kimi “yandaş”ların “Gülenist vesayet askerî ve Kemalist vesayetten tehlikeli” çıkışları?
Peki, “yandaş” medyada, düne kadar yerin dibine batırılan kimi Ergenekon ve Balyoz hükümlülerinin ağzından cemaate karşı yeni cepheler açılmasının; işin “Paralel yapının silahlı örgütü: Ötüken” gibi düzmece manşetler atma boyutuna tırmandırılmasının ve eşzamanlı olarak cemaatin zorla ve tehditle haraç toplayan bir örgüt gibi lanse edilmesinin, akılla, mantıkla, vicdanla, gerçeklerle bağdaşır yanı var mı?
İşaretler, adeta PKK “masumlaştırılıp” Öcalan “Kürtlerin özgürlük mücadelesinin lideri ve barışın mimarı” olarak gösterilirken, onların yerine cemaatin en tehlikeli çete ve örgüt olarak lanse edildiği bir gidişatın habercisi gibi.
Bediüzzaman’ın “Meleği şeytan, şeytanı melek gösteriyor” diyerek Allah’a sığındığı ölçüsüz ve “canavar” siyaset anlayışı bu değil mi?
Okunma Sayısı: 5470
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.