Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) doğumu vesilesi ile “Kutlu Doğum” programları yapıldı. Birbirinden önemli meselelerin dile getirildiği bu toplantılarda, dikkat çeken tesbitlerden biri de; doğruluk, dürüstlük ve samimiyet gibi İslâmın olmazsa olmazlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzdu.
En başta şunu ifade edelim ki, kaybettiğimiz ya da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz bu değerlerin yerini hiçbir dünyevî değer dolduramaz. Doğruluk, dürüstlük ve samimiyet gibi değerleri kaybettikten sonra dünyanın en zengin ülkesi olsak, enflasyon sıfıra inince, uzayda koloniler kuracak kadar teknik imkânlarımız olsa bir anlam ifade eder mi?
Bu çerçevede, Erzurum’da düzenlenen “Kutlu Doğum” konferansına konuşan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de, “Hz. Peygamberi sevmenin yolu, onun gibi yaşamak, onun gibi dürüst olmak, onun gibi çocukları sevmek, onun gibi anneye, babaya ihtiram etmek, onun gibi dost olmaktır. Neden ‘din samimiyettir’ diyoruz. Çünkü dünya yapaylaştı, her yerde bir yapaylık hâkim. İmaj, reklâm, propaganda hayatımızı kuşattı. Hakikatle aramıza perdeler gerildi. Onun için Sevgili Peygamberimizin (asm), 14 asır öncesinde dediği, ‘din samimiyettir’ sözüne her zamankinden daha fazla muhtacız” ifadelerini kullanmış. (AA, 20 Nisan 2014)
İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mürtaza Bedir de, Saraybosna’da verdiği konferansta bu ‘derin yara’ya parmak basıp şöyle demiş: “İslâm dünyasında çok ciddî anlamda bir samimiyet, içtenlik ve dürüstlüğün kaybolması sorunuyla karşı karşıyayız. Neden biz, meselâ bir Amerika, ya da Avrupa’daki kadar samimiyeti ve içtenliği en azında dürüstlük anlamında İslâm dünyasında göremiyoruz?”
Hazreti Peygamberin (asm) hem İslâm önceki hayatında hem de peygamberlik sonrasında, hayatında en çok “Muhammedül Emin” sıfatıyla bilindiğini belirten Bedir, “O, güvenilir bir insandı. İçtendi, samimiydi, hiç kimseyi aldatmak gibi düşünce veya bir eylem içerisine girmedi ve hep hayatı boyunca bunu insanlara öğretti” ifadesini kullanmış. (AA, 18 Nisan 2014)
Ona savaş açanların bile “Güvenilir Muhammed” (asm) dedikleri bir peygamberin ümmeti olarak “güven”i kaybetmiş olmamızın vebâlini nasıl ödeyeceğiz? Bu kaybettiğimiz değerlerin yerini başka bir şey ile doldurabilir miyiz?
Türkiye’yi idare edenlerin bu meselelere de kafa yormalarında fayda var. Son aylardaki tartışmaların en büyük zararı, insanlar nezdinde “güven”in kaybolmasıdır. “Güvenilir Muhammed”in (asm) ümmetinin, yolsuzluk ve usûlsüzlükle anılır hâle gelmesi, cemiyetin temel direklerinin bombalanması anlamına gelmez mi?
Bu mesele bütün insanlığın meselesidir, ama öncelikle İslâm dünyasının meselesidir. Ve İslâm dünyasına örnek olma iddiasındaki Türkiye’nin meselesidir, bizim meselemizdir. “Güven”i tesis etmek için bugünden ciddî adımlar atmazsak, yarın geç kalmış oluruz. Türkiye’yi idare edenlerin de bu meseleyi ciddiyetle ele almasında fayda var.
Tabiî ki İslâm dinine hizmet iddiasında olanların da büyük bir sorumluluğu vardır. Hilenin, yalanın, dolanın, aldatmanın revaçta olduğu bir cemiyette dört kolla ‘nur’a sarılmaya ve muhtaçlara ‘nur’ göstermeye ihtiyaç vardır. Bunu yapmayıp ‘daha fazla zengin olmak’ için yollara düşülürse; Allah muhafaza etsin kaybedenlerden olunur.
Cemaatlerin de bir iç muhasebe yaparak aslî vazifelerine dönmesi gerektiği ortada. Bunca tahribatın tamirini, dört kolla ‘dünya’ya sarılanlardan bekleyemeyiz. Ancak ‘nur’lara sarılarak bu musîbete karşı koyabiliriz, bilelim...