“Çözüm süreci”, yeni hükûmetin de tercih dinamiklerinin başında geliyor. En son El Cezire televizyonuna konuşan Erdoğan’ın, Davutoğlu’nu Başbakan atamasında “paralel yapıyla mücadele azmi”nin yanı sıra “çözüm süreci’ni sürdürecek olması”nın etkili olduğunu belirtip “Süreci beraber yürüteceğiz” açıklaması bunun ifâdesi.
Buna mukabil Davutoğlu’nun AKP kongresinde “Sayın Cumhurbaşkanımızın yeni döneme, ‘yeni Türkiye’ye ve yeni hükümetimize bir emânet gibi tevdi ettiği çözüm sürecini başarıya ulaştırana kadar bize uyku haramdır” sözüyle, akabinde hükûmet programında bu göreve istekli olduğunu gösterdi.
Keza “çözüm süreci”ni sürdürmeyi yeni Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a devreden Beşir Atalay, haftalar öncesinden iki yılı bulan “çözüm süreci”ne ilişkin “yeni aşamaya geçiliyor” duyurusunda bulundu. “Çözüm sürecinin ‘yol haritası’ Eylül sonunda çıkar. Belki bazı yasal düzenlemelere ihtiyaç olabilir. ‘Yol haritası’nın hedefini, Terörün bitmesi, militanların eve dönüşle uyumları ve siyasete katılımları uyumları için gerekli çalışmaların yapılması” diye özetledi. (Star, 18.8.14)
İmralı’ya sadece MİT ve BDP/HDP’nin değil, devletin Kamu Güvenliği Kurumu ile başka heyetlerin de gidileceğini söyleyen Atalay, Devlet kurumları olarak bundan böyle Kandil’le de görüşüleceğini belirtti. MİT müsteşarının İmralı’yla görüşmelerinin sıklaşacağını tekrarladı. “Sonbaharda Meclis açılmadan ilk görüşme safhalarını, yol haritasını bitirmek” diye konuştu.
Kısacası, “çözüm süreci”nin başarısından dem vuruluyor; “artık silâhların susması devrinin geleceği”, “terör örgütünün silâh bırakacağı” pompalanıyor. Ne var ki gerçekler son dönemde tam tersini ortaya koyuyor…
ANKARA HÂLÂ SEYREDİYOR…
Düşülen vartada, bölgede uzun namlulu silâhlarla, roketatarlarla, bombalamalarla provokatif terörün yoğunlaştığı görülüyor. Terör örgütünce iki haftayı aşkın Diyarbakır-Bingöl karayolunda çadır kurdu, yol kenarında çadır kurup örgütün propagandasını yaptı.
PKK, yol kesmeye, kimlik kontrollerine, silâhlı asâyiş timleri kurup sokakları denetlemelerine, kahvehanelerde aramalara, haraç toplayıp vergi salmaya, dağa sivil-asker-gazeteci kaçırmaya, çocukları dağa çıkarmaya, şantiye basmaya, iş makinelerini-araçları ateşe vermeye, yeni terör eylemleri ekliyor. Özel dershanelere saldırıyor, Kur’ân Kurslarını yakıyor.
Yeniden güvenlik kuvvetleriyle çatışmalar tırmandırılıyor. Patlak veren silâhlı çatışmalarda askerler- subaylar vurularak, polisler esrarengiz suikastlarla infaz edilerek şehid ediliyorlar. Bu arada PKK terör örgütü, İstanbul’un ortasında bir başka örgüte IŞİD’e silâhlı baskın düzenliyor, militanları öldürüyor, yaralıyor.
Özetle, terör örgütü bölgede resmen “paralel devlet”ini kurmuş. PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Kuzey Suriye’de kurduğu “Rojova/Batı Kürdistan” kantonuyla Güneydoğu’da âdeta işgal edip “kurtarılmış/otonom bölge” ilân ettiği alanları birleştirme plânıyla “federe devlet” zemin hazırlamayı hedefleyen ayrılıkçı terör eylemlerini arttırması fitnesini siyasî iktidar seyrediyor.
En ilginci, “sürec’in sonuna gelindiği” beyânlarına mukabil, hâlâ örgütün nasıl silâh bırakacağının meçhul olması. Özellikle IŞİD belâsı bu denli derinleşip yaygınlaşmışken, girilen çıkmazda birçok yerli ve yabancı otoritenin tesbitiyle PKK’nın kolay kolay silâh bırakmayacağı belirtiliyor. Bölgede uzun namlulu silâhlarla, roketatarlarla, bombalamalarla provokatif terörün yoğunlaşmasıyla, birçok parçaya bölünen terör örgütünün her an “süre”ci sabote edebileceği kaydediliyor...
NEDEN “TEHDİTLER” SAVRULUYOR?
Bu arada Öcalan’la devlet/hükûmet arasında hangi anlaşmanın yapıldığı bilinmiyor. “Çözüm süreci”ni yürüten MİT mensuplarının ve “devlet görevlileri”nin sorgulanmalarını önleyen yasa Meclisten geçirildi; lâkin millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in ve milletvekillerinin, süreç için saha çalışması yapan “akil insanlar”ın ve hatta bazı bakanların “sürec”in işleyişinden haberinin olmadığı anlaşılıyor.
Doğrusu Genelkurmay Başkanı’nın Çankaya Köşkü’ndeki 30 Ağustos resepsiyonunda “çözüm süreci’nde kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik, gereğini de söyleriz” diye konuşup, “Hükümetin bir politikası yürüyor. Biz çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, basında okuyoruz, o çalışmanın içinde yokuz; Başbakan Yardımcısı çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz” cümleleri, “sürec”in belirsizlikle muallel kırılganlığı su yüzüne çıkarıyor. Bu durum, iddia edildiği gibi “sürec”in hâlâ “devlet projesi” haline getirilmediğini açığa çıkarıyor; “sürec”in zâfiyetini ele veriyor.
Ve bütün bunlara karşılık, Jandarmanın daha hazırlık aşamasında bütün sivil ve askerî mercilere bilgi verip ihbar etmesine rağmen terörist başının “fiberglas basit heykeli”nin “PKK mezarlığı” kapısına dikilmesinin sekiz ay görmezden gelinmesine bakılmadan, hükûmet sözcüsü bütün bunları “asâyiş olayları” olarak görüyor. Göz göre göre askerî birlikteki Bayrağın indirilmesi, terörist başının heykelini dikme benzeri vahim oldu bittikleri “asâyişi bozan olaylar” olarak küçültülüp önemsizleştiriliyor.
Sahi kırılganlık ve zâfiyetlerle malûl “süreç” başarıya ulaşabilecek mi? Gerçekten, Kandil’den savrulan ve en son Tuğluk’un, “PKK isterse savaş seçeneğine yönelebilir ve sonuç da alabilir” şantajının anlamı nedir? “Süreç”te sağlıklı bir “ilerleme” varsa neden hâlâ bu tür tehditler ve şantajlar savruluyor?