20 Eylül 2014, Cumartesi
Bediüzzaman, Asr-ı Saadet modeli olan meşveret sistemini, Nur Talebelerinin hizmet metodu olarak belirlemiştir. İman Kur’ân hizmetlerini yürütmek, planlamak, sistemleştirmek, içtimâî hayata dair prensipleri ve siyasî tercihleri belirlemek için ‘meşveret etmek’ bir hizmet düsturudur.
Bu düsturdan hareketle meşveretle alınan kararlara sadakat içerisinde olmak her Nur Talebesinin vazifesidir.
Meşveret heyeti Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi adına görüş alır bildirir, karar alır ve emir vermeye yetkilidir. Yani meşveret, şahs-ı manevinin beyni hükmündedir. Beyin hükmünde olan meşveret ise, hiçbir vesayeti kaldırmaz ve hakkın hatırını âlî tutar. Dolayısıyla bu sistemi çökerten, bozan en önemli hastalık ya devletin, ya iktidarın, ya lider ya da ağabey, ablaların baskısıdır. Zaten tahakkümün ağabey, ablacılıktan ta firavunluğa kadar derecesi vardır.
Bu yüzden meşveretin sağlıklı olmasının en önemli şartı hakkın hatırını âlî tutan, hak için konuşan, me’hazı da Risale-i Nur olanlardan teşekkül etmesidir. İşte bu işleyişin içerisine azıcık da olsa bir zaaf, menfaat, vesayet, liyakatsizlik, tesanüdü bozacak adavet vs. de girse meşveretin sıhhat ve selâmetini bozacaktır.
Burada belki de dikkat edilecek en önemli nokta meşveretin içerisinde veya dışında ne kadar mübarek bir kişi, ağabey, abla olsa da meşveret heyetini tesir altına alamaz ve onun da sadece bir reyi vardır.
Evet, meşveret sistemi, arkasına şahs-ı manevinin gücünü alan bir sistemdir.
Kişi ne kadar mübarek de olsa, dâhî de olsa şahs-ı manevinin gücü karşısında zayıftır, isabetsiz ve istikametsizdir. En azından hata ve yanılma payı çok yüksektir.
Cemaatler arasında veya aynı camia içindeki ayrılıklar daha çok hizmetle ilgili değil, siyasî tercihler veya içtimaî hayata dair alınacak kararlar noktasında olmaktadır.
İşte tam bu noktada kişi ya şahs-ı manevinin gücüne dayanarak meşverete sadakatini gösterecek ya da meşvereti tanımadan kendi sınırlı aklı ve mantığı ile şahs-ı manevîye ve meşverete rağmen karar verecektir.
Bizim istişare ile vereceğimiz karar belki geniş dairede sonucu değiştirmeyecektir ve netice gözle görülür şekilde muhalifinizin kazanımıyla sonuçlanacaktır. Ancak işte tam burası imtihanın başladığı nokta ve kişinin sadakatinin bozulduğu noktadır…
Hak her zaman üstündür. Fakat hak her zaman kazanmaz. Muvakkaten de olsa hak mağlûp olabilir. Burada yanılgıya düşülen nokta, “Kaybettiysek, haksısız; kazanan ise haklıdır” mantığıdır. Oysa “Neden kaybettik?”, “Hakkın üstün gelmesine mani hatalarımız nelerdir?” diye düşünüp muhasebe yapmalıdır.
Şunu unutmamak gerekir ki, bizler geniş dairedeki sonucu belirlemek noktasında imtihan olmuyoruz. Bizleri siyasetle iştigâl noktasında itham edenler ne yazık ki bu noktada, kendileri, cemaatî bir davranış sergileme yerine, kendi akıl ve mantıklarına güvenerek tam da siyasetin merkezine oturmuşlardır. Kimileri menfaat ilişkileriyle, kimileri ağabeyliğini, kutsiyetini, takvasını kullanarak bütün bir camiayı peşinden sürükler iken; kimileri de “Kuvvetli ise haklıdır” yanılgısı ile yanlışların içine girebilmektedir.
Evet, meşveretin hâkim olduğu bir sistem, unutmamak gerekir ki siyaset yapmaz, sadece şahs-ı mânevînin istikameti adına karar verir. Fakat meşverete sadakatini bozanlar ise istikameti bozar ve siyaset yapar, aynı zamanda sadakatlerini de kaybederler.
Okunma Sayısı: 1328
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.