Başörtüsüne özgürlük eylemlerinde Zübeyde ve Lâtife Hanımların çarşaflı posterlerini taşıyarak, yasakçı Kemalistleri güya M. Kemal referansıyla ilzam ettiklerini zannedenler, işi daha da ileri götürmüşler.
Bunun son örneklerinden biri, AKP’lilerin organize ettiği bir toplantıda “Bazı AK Partililer Atatürkçü olmasa bile söylemlerinde Atatürkçü olduklarını vurgulamak zorunda hissederler” diyen Hilâl Kaplan’ın, dinleyiciler arasında bulunan başörtülü bir partiliden aldığı çok sert tepki.
Mikrofonu alıp “Biz de Atatürkçüyüz, böyle olduğumuzu kanıtlama savaşı veriyoruz. Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diyen ve Kaplan’ın “Siz bunun savaşını veriyor olabilirsiniz, saygı duyarım. Ancak ben de Atatürkçü değilim; olmadığımdan ötürü savaşınıza da ortak olmak durumunda değilim” cevabı üzerine salonu terk eden kadının tepkisi Hilâl Hanıma “Sen misin bazı AK Partililerin Atatürkçü olmadığını dillendiren!” diye yazdırmış (Yeni Şafak, 16.11.11).
Hilâl Kaplan’dan bir gün önce de Merve Kavakçı, İzmir’de bir 10 Kasım törenine katıldığı için oradaki “laikçi ve çağdaş” bir bayanın hışmına uğrayan başörtülü kıza “Evlâdım, ne işin vardı orada?” diye soruyordu (Yeni Akit, 15.11.11).
Bu düşündürücü örnekler, daha Kurtuluş Savaşının devam ettiği günlerde, sonrası için en önemli hedeflerinden birini “Tesettür kalkacak” diye yazdıran bir kişiyi tesettürlülere benimsetme noktasında AKP’nin ne kadar işlevsel bir rol üstlendiğini bir kez daha gözler önüne seriyor...
***
Ergenekon ve Atatürkçülük
Birinci Ergenekon dâvâsının iddianamesi açıklandığı zaman yazdığımız “Kemalizmin iç kavgası” başlıklı yazıda şöyle demişiz: “Anlaşılan o ki, Ergenekon operasyonunun asıl amacı, Kemalist sistemi safralarından temizleyip ‘arındırmak’ ve M. Kemal’i dindar gösterip Atatürk milliyetçiliğinden de vazgeçmeyen bir anlayışla tahkim ederek yola öyle devam etmek...” (22.7.08)
Böyle bir kanaate varmamızın gerekçesi ise, iddianameden medyaya yansıyan şu cümleler:
“Örgüt üyeleri Kemalizmi benimsediklerini söylüyorlar, ancak eylemleri ve amaçları, anayasada tanımlanan Atatürk milliyetçiliği ile ters düşüyor. Kemalizmi dinsizlik olarak algılıyorlar.”
Geçtiğimiz 10 Kasım’da Avrupalılara “Atatürkçülük dersleri” veren AB Bakanı Egemen Bağış’ın, Ergenekon dâvâsını “Atatürkçü düşünceyi gerçek sahibine, millete teslim etme süreci” olarak niteleyen sözleri, bu tesbitin üç buçuk sene sonra onun tarafından da ikrarı anlamına gelmiyor mu?
***
Said Nursî kim, M. Kemal kim?
Doç. Mehmet Ö. Alkan, Neşe Düzel’e verdiği ve Taraf’ta üç günlük bir dizi halinde yayınlanan mülâkatında ağırlıklı olarak M. Kemal’e ve Kemalizme esaslı eleştiriler yöneltirken, nereden icab ettiyse ve hiç yeri de değilken araya sıkıştırdığı Said Nursî için “Onu kutsamak da prim yapıyor. Atatürk gibi onunla ilgili birçok şeye de dokunmak kolay değil. Onu ancak övebilirsiniz. Said Nursî’yi eleştiren pek yok” gibi lâflar etmiş (14.11.11).
Eskilerin, eşit şartlarda mukayesesi mümkün olmayan şeyleri aynı kefeye koyup tartma abesliği için kullandığı “kıyas-ı maalfârık” ifadesi, kıyaslanan şeylerin birbirinden nihayetsiz uzaklığını belirten “Eynesserâ minesüreyyâ” sözü ve “Dam üstünde saksağan” deyişi, tam buraya oturuyor.
M. Kemal kim, Said Nursî kim? Biri hâlâ kanunla korunan ve “Diktatör müydü?” tartışmalarına konu olan bir siyasetçi, diğeri onun ve takipçilerinin bir numaralı hedef olarak görüp mağdur ettiği bir âlim ve mütefekkir. Bu ikisini nasıl aynı kefeye koyup yargılayacaksınız?
Peki, 20. ve 21. yüzyıl Türkiye’sinde Said Nursî kadar haksız saldırı, itham, iftira, karalama ve kara propagandalara maruz bırakılmış bir başka kişi gösterilemezken, “O da M. Kemal gibi kutsanıyor, dokunulamıyor ve eleştirilemiyor” demek, hangi mantık, insaf ve vicdan ölçüsüyle bağdaşır?