"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nurları sıradanlaştırma çabası (4)

M. Latif SALİHOĞLU
08 Şubat 2012, Çarşamba
Hak dâvâlar, dış saldırılarla değil, hep dahildeki tahrifatla zarar görüp yıkılmış

Dinler Tarihine (Kısas–ı Enbiya) baktığımızda, bütün hak dinlerin içeride zuhûr eden tahribat, tahrifat ve iğfalat ile bozulmaya yüz tuttuğunu görmekteyiz.
Aynı şekilde, dinlerin yıkılışları dahi yine içerden ancak mümkün olabilmiştir.
Evet, hak olan hiçbir din, dıştan gelen saldırı ve taarruzlar neticesi yıkılmamış. Tarih, böyle bir yıkılışı kaydetmiyor.
Bu cepheden yapılan taarruzlarla, o dinin mensuplarına belki zarar verilmiş, canları ve malları büyük telefata uğratılmış olabilir.
Ne var ki, hayatta kalanlar derhal toparlanmış ve hem birbirlerine, hem de dinlerine daha fazla sarılıp o dinin kudsiyetini muhafaza ve yaşatma yolunda daha bir ciddiyetle gayret göstermişlerdir.
Benzeri durumlara, İslâm tarihinin muhtelif devrelerinde de rastlamaktayız.
Yüz binlerin canına mal olan mükerrer Haçlı Seferleri, İslâm dinini sarsmadı, Müslümanların şevkini kırmadı, bilâkis dini sahiplenmede daha bir dinamizm kazandırdı.
Öte yandan "En karanlık geceden daha karanlık" diye tâbir edilen Hülâgu Fitnesi (1250...), Anadolu'yu kasıp kavurdu, yüz binlerce mâsumun canını yaktı; bu şiddetli fitne ile Selçuklu ve Abbasî İslâm Devleti yıkıldı, Halife Sultan bile maiyetiyle birlikte vahşice katledildi; dahası, ele geçirilen bütün İslâmî kitaplar Fırat Nehrine dökülerek İslâm toplumuna yeis ilka edilmeye çalışıldı.
Bu fitne hareketi, hem içerden iğfalat, hem dıştan saldırı metoduyla çalıştığı için, umumi tahribatı Haçlı Seferlerinden çok daha büyük oldu.
Lâkin, 1350 yıllık İslâm tarihinde vuku bulan bütün bu yıkıcı tahribatlar dahi, Türkiye'de 1924–50 yılları arasındaki bid'akâr tahribat kadar İslâma ve Müslümanlara zarar vermedi, veremedi.
Peki, Türkiye'de hükümfermâ olan o 27 yıllık bid'akâr cereyanın bütün geçmiş zamanlardan daha elim, daha fecî olmasının sebebi neydi? Hiç şüphesiz, bu fitnekâr cereyanın daha çok içerden görünmesi ve içerden çalışmasıydı.
Üstelik, kullandığı argümanlar da, "Türk milletine daha iyi hizmet ve millî karakterine daha münasip faaliyette bulunmak" şeklindeydi. Özetle:
* İstiklâl Harbinde 8–10 bin kadar şehit veren bu vatan ahâlisini güya "medenî Avrupa seviyesi"ne yüceltmek (!) için, en az "yüz bin başlar" fedâ edildi.
* Türk milleti, daha medenî olsun diye, kılık–kıyafeti bile cebren değiştirildi.
* Türk milleti, daha iyi okusun diye, bin yıllık ilim ve irfan ağacı kökten kesildi, nüfusun yüzde 99'u bir gecede cahil duruma düşürüldü, Latin harfleri dayatıldı, en vahimi "hurûf–u Kur'ân" yasaklandı.
* Türk halkı daha iyi anlasın diye, Ezân–ı Muhammedî (asm) yasaklandı.
* Aynı iğfalat ile Kur'ân yasaklandı, Kur'ân'ın Latin huruflu tercümesinin de Kur'ân yerine okunması istendi.
* Hayatın her alanında "Allah" yerine "Tanrı" tâbiri dayatıldı.
* Tam bir aldatma ile Latin harfleri, "yeni Türk harfleri", transfer edilen İsviçre ve İtalyan kànunları "Türk Medenî, Türk Ceza Kànunu" diye yutturulmaya çalışıldı.
İşte, bunlar gibi daha nice icraat ve faaliyet sözde "Türk milleti adına" ve daha iyi olsun, daha iyi anlaşılsın teranesiyle yapıldı.
Ve, böyle yapıldığı içindir ki, Üstad Bediüzzaman, "Nifak ile işbaşına gelip, aldatmakla iş gören" bu bid'akâr rejimi "Tarihte emsâli görülmemiş bir eşedd–i zulüm ve istibdat" şeklinde tarif etmiştir.
Zaman gösterdi ki: Türk milleti adına, iyilik adına, daha iyi anlaşılsın adına yapılan bütün o icraat ve faaliyet, hakikatte değiştirerek bozmak, tahrif ederek yıkmak, yani içerden tahrip ile yıkıp mahvetmek maksadına matuftur.
Neyse ki, inâyet–i İlâhiye ile Risâle–i Nur gibi bir kudsî hakikat meydân–ı zuhûra çıktı da, o umumî tahribata karşı umumî tamirat vazifesi deruhte edildi.
Evet, "Risâle–i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. ...Müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb–i umumîyi ve efkâr–ı âmmeyi ve ...vicdan–ı umumîyi... Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor."
İşte, bu muazzam vazifeyi ifâ eden Risâle–i Nur'un sâfiyeti ve letâfet–i asliyesi, ne yazık ki içeriden bir müdahale ile bozulmaya ve tahrif edilmeye çalışılıyor.
Yapılan müdahalenin görüntüsü, gayet mâsumanedir... Perdenin ön yüzü, tamamiyle iyi niyet ve hüsn–ü zan çiçekleriyle bezenmiş durumda... Her şey "Daha iyi anlaşılsın, daha çok kişi okusun, daha çok istifade edilsin" diye yapılıyor.
Mantık örgüsü, aynen "Ezan daha iyi anlaşılsın, Kur'ân daha iyi anlaşılsın, Türk milleti daha medenî olsun, daha çok kimse okuyabilsin, tahsilli olsun..." diye yapılan müdahaleyi andırıyor.
Şükürler olsun ki, yapılan onca tahribat, Risâle–i Nur sayesinde tamire çalışıldı, çoğu şerler hayra inkılâp etti.
Şüphesiz, Risâle–i Nur'un icra ettiği bu muazzam tesirin en mühim bir sebebi de, nur–u imân, feyz–i Kur'ân, lütf–u Rahman'ın medet ve inayetiyle ihsân olunan lisânındaki "intizamkârane ve îcazdârâne" vaziyet–i fıtriyesidir ki, onun "satırları, kelimeleri ve harfleri", âdeta "âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo–yu Kur'âniye"nin, tel, lâmba, ayna ve bataryaları hükmüne geçmiştir. (Bkz: Altıncı Söz ile Emirdağ Lâhikası–I/97)
Düşünün ki, çok istisnaî (lokal, hususî, muvakkat...) hallerin dışında, müellif–i muhterem Hz. Bediüzzaman dahi Nur'un fıtrî lisânına müdahale etmemiş, lisânına ilişilmesini de doğru bulmamıştır.
Ama gelin görün ki, "sadeleştirme" adı altında içerden yapılan müdahaleleri doğru bulan, savunan ve bunun iyi niyetli bir çalışma olduğunu iddia eden kimi ehl–i fikir ve kalem, bin bir dereden su getirerek, bütün mefhumları birbirine karıştırma garabetini sergiliyor.
Koca koca adamlar, prensipte sadeleştirmeye karşı çıktığını söylerken, aynı anda Risâle–i Nur'u asliyetine olan bir müdahaleye arka çıkıyor, hatta bunu fütursuzca müdafaa ediyor. (Demek, Risâle–i Nur, onun dünyasında o kadarlık bir değer ifade ediyor.)
Keza, sadeleştirmeyi tercüme ile, şerh ve izahı sadeleştirme ile, sadeleştirmeyi ise tahrifat ile karıştırıp duran fikir ve kalem erbabının haddi hesabı yok.
Ve bu tablo, ne yazık ki inkişâfa medar bir hizmet yerine, dahilde inşikaka ve tefrikaya medar bir tartışma görüntüsü veriyor. (Bu kapı açılırsa, Allah muhafaza kim bilir arkasından neler gelir ve iş nerelere kadar uzayıp gider...)
Ama, şunu da ifade etmek gerekir ki: Zahiren şer ve inşikak gibi görünen bu vaziyeti de, Cenâb–ı Hak, inşaallah hayra, ittifaka ve inkişafa tebdil edecektir.
Bunun da çok kuvvetli emareleri zuhur etmiş görünüyor.
Zira, şahsî veya hissî sebeplerle zahiren birbiriyle kavgalı, nizâlı, çekişmeli, hatta kanlı–bıçaklı gibi görünen ve fakat Nur'un geniş şahsiyet–i mâneviyesi dairesinde bulunan Nur'un halis talebeleri, takdire şâyân bir ittifak ruhuyla harekete geçip meseleye müdahil oldular.
Bunlar, "neme lâzım" demeyip, kahramanca vaziyet aldılar.
Esasen, Nur'un kahramanları böyle zamanlarda ve böylesi durumlarda belli olur. Başkaların tesirine girmezler, var kuvvetleriyle Nurlar'a pervâne olurlar.
İşte, "Isparta kahramanları"na arkadaş olma pâyesine lâyık olan bu halis şâkirtlerin her biri bulunduğu yerden ses vererek, tahkik ehline yaraşır bir tavırla doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çekinmediler. (Bu arada, ifrat–tefrit durumuna düşenler olmuşsa, bunların yaptığı ferdîdir ve münferit vak'alar cümlesindendir, umumu bağlamaz ve alâkadar etmez.)
Elhâsıl: Halihazırda yaşanan ve görünen bazı nahoş manzaralar ve üzücü durumlar varsa da, bunlar muvakkat olup netice inşaallah nûr–i bahar olacaktır.

Okunma Sayısı: 1686
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bedri Tahir Adaklı

    12.2.2012 00:00:00

    Sayın Salihoğlu; Efendim saygılar, ne kadar güzel ifade
    buyurmuşsunuz, takdir etmemek mümkün değil, malum
    seri haldeki bu manadaki yazılarınızı okuyor ve sanki bir
    karargâh hükmündeki gazetemizin, dışarıdan vaki olan
    taarruzlara bir kalkan ve bir kale olarak müdafaası ne kadar
    güzel oluyor, Cenâb-ı Hak sizlerden ebediyyen razı olsun.
    Hatta bu yazınızı NET den dostlarımıza da gönderiyoruz.
    Sağ olun var olun.. Cenab-ı Hak muhafaza ve muvaffak etsin
    (Amin)
    Selamlar..

  • Osman YILDIRIM

    8.2.2012 00:00:00

    Latif bey; Kaleminize sağlık, seri yazınızı zevkle,şevkle okudum çok müstefid oldum,Gerçektende Hak davaları dışarıdan müdahaleler hiç bir zaman sarmamıştır,hep içeriden çıkarılan fitneler o davaları sarsmış ve hedefine ulaşmalarını geciktirmiştir.Bir de ,özellikle Nur davasını ve o davanın şahsı manevisini düşmanca yıkamıyacaklarını anlayan şer güçler hemen içeriden bir fitne planlayıp dahili bir takım inşikaklarla o davayı geriletmeye ve hizmetlerini akamete üğratmaya çalışmışlardır, bu sadeleştirme suikastı de bu nevi faaliyetlerden olduğuna inanmaktayım belki iyi niyetli bazı kişlileri piyon olarak kullanmış olabilirler ama esas itibarıyla bu hareket iyi niyetli ve masumane bir teşebbüs olarak görmediğimi belirtmeliyim. Daha önceleri üstadın içtimai ve siyasi prensiplerini sulandırıp veya esneterek bazı Nur talebelerini farklı kulvarlara çeken menhus mihraklar bu defa da sadeleştirme adı altında bir suikaste teşebbüs etmişlerdir, ama inşallah bu da akim kalacak ve cihanşumül olan bu büyük dava güç kazanacaktır diye düşünüyorum,selam saygı ve hürmetlerimle....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı