Üstad Bediüzzaman'ın da hayatta olduğu tâ 1940'lı yıllardan bu yana ara ara gündeme gelen "Risâle–i Nur'un dilini değiştirme, sadeleştirme, basitleştirme, daha kolay anlaşılır hale getirme..." şeklinde özetlenebilecek olan mesele, şimdilerde çok daha kuvvetli, organizeli ve daha bir üst perdeden yapılan ilân, reklâm ve propagandalarla yeniden gündeme taşınmış bulunuyor.
Yani, mesele alabildiğine ciddiyet ve ehemmiyet kesbetmiş durumda.
Durum böyle olunca, haliyle Nur'un hâlis talebeleri ve sâdık şâkirdleri de teyakkuza geçerek, üzerlerine düşen vazifeyi ifâya çalışıyor.
Bu meyanda bizlere de pekçok sorular soruluyor. Biz de mümkün olduğunca bu suâllere cevap teşkil edecek bahisleri bulup aktarmaya ve bu sûretle müşkilleri halletmeye gayret ediyoruz.
Halihazırda bize ulaşan ve âcilen tatminkâr izahları istenen sayısız suâlden birkaçı şöyledir:
Taarruz cephesi değişiyor
Suâl: Üstad Bediüzzaman, ileride bu tür sıkıntıların çıkacağından söz etmiş veya herhangi bir işarette bulunmuş mudur?
Cevap: Bediüzzaman Hazretleri, günün birinde Risâle–i Nur'a yapılan alenî saldırıların sona ereceğini, takip, mahkeme, hapishane... faslının geride kalacağını, ve fakat cephenin değiştirilerek, müdahalenin bu kez "din perdesi altında" yapılacağını Kur'ân'ın nuruyla haber veriyor.
Üstelik, gizli münafıkların bazı kurnazlıklarla Risâle–i Nur'un aleyhine sevk edeceği dindar kesimi de üç kategoride tasnif ederek bunları şöylece sıralıyor:
1) Safdil hocalar.
2) Bid'a taraftarı dindarlar.
3) Enaniyetli sofi meşrepliler.
İşte, Hz. Üstad'ın kendi ifadeleri: "Risâle–i Nur'a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyle inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid'a taraftarı veya enaniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risâle–i Nur'a karşı istimal etmek ve Risâle–i Nur'a ve şâkirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münafıklar çabalıyorlar. İnşaallah muvaffak olamazlar." (Sikke–i Tasdik–i Gaybi, s. 190)
Evet, günümüz itibariyle Risâle–i Nur'a ve şâkirtleriyle sadece lisân konusunda değil, hemen her meselede uğraşanlar, tenkit ve taarruzda bulunanlar, Nur'un me'hazdaki kuvvet, kudsiyetinin tesirini kırmaya çalışanlar, hatta insafsızcasına hücûm edip Nur dâvâsını (ve de camiasını) karalama vazifesini deruhte edenler, zahiren, yani görünürde dindar kimselerdir.
Ancak, hiç şüphe edilmesin ki, bunların arkasında yüzüne maske takmış başka habis odaklar ve elhannas cereyanlar var.
Dolayısıyla, meselenin farkında olup din–imân kardeşlerimizle karşı karşıya gelmemeli, kırıcı söz ve davranışlardan uzak durmalı. Aksi halde, gizli din düşmanlarını sevindirmiş oluruz.
Yani, teenni, teyakkuz, dikkat ve itidâl ile gitmeli; delil, izah, ispat ve ikna metoduyla hareket etmeli.
Suâl: Üstad Bediüzzaman, Nur'un lisânına hiç mi dokundurtmamış? Kolaylaştırmada hiç mi ruhsat vermemiş?
Cevap: Mektubat, Beşinci Desise'de "Şerh, izah veya tanzim" ruhsatını vermiştir.
Bunun dışına çıkılmasına—velev ki, allâme ve müçtehid bile olsalar—katiyen kimseye izin vermemiş ve asla rıza göstermemiştir.
Ayrıca, bunu teyid edecek daha pekçok yerde tahşidat var. Hatta öyle ki, Üstad mükerrer yerde "Ben dahi irademi karıştırmadım; nasıl geldiyse öyle yazıldı, nasıl yazdırıldıysa öyle bırakıldı" hatırlatmasında bulunuyor.
Sadece bir–iki yerde, o da "Fatiha'nın Farsça da okunabileceği ruhsatı" kabilinden bazı tasarruflarda bulunulduğuna dair ifadeler var. Tamamen hususî, istisnaî ve çok dar dairedeki bir tasarruf ki, bunu dahi son tanzimde kaldırıyor ve 1957'den itibaren neşredilen Külliyata dahil etmiyor. Tâ ki, bu hususî ve muvakkat ruhsatı umumileştirmeye ve geniş dairede tatbik etmeye teşebbüs etmesinler.
Burada, aynı meselede tasarrufta bulunmasına izin verilen Nur'un hâs talebelerinden Hulusî Yahyagil'in Hz. Bediüzzaman'a yazmış olduğu mektubundan kısacık bir iktibası aktarmakta fayda var. Şöyle ki:
Bir harfine dokunmak bile titretiyor
"Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvâfık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü, (Risâle–i Nur) edebiyat satılmıyor, Kur'ân'dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz, bu Sözler'i okuduğum zaman, Üstadımı temsil eder bir hâl alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak, bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için, bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyor telâkki ediyorum. Bazan verdiğiniz selâhiyetin mânevî kuvvetiyle, nâmınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telâkki ve tesir bu mahiyettedir." (Barla Lâhikası, s. 62)
Bunun gibi çarpıcı daha başka misâller de var. Yeri geldikçe nazara verilecek.
"Said Nursî yanıldı" diyenler, kendince sadeleştirme yapıyor
Soru: Risâle–i Nur'un lisânına kimler niçin ilişiyor?
Cevap: Bazı şahıslar ve yayınevleri, "Risâle–i Nurlar daha çok okunsun, daha iyi anlaşılsın" mülâhazasıyla ve "sadeleştirme" adı altında, hiç hakları olmadığı halde Risâle–i Nur'u tahrif edip hakikatte "sıradanlaştırma"ya çalışıyor.
Burada isim vermek münasip düşmez; fakat, bu yayınevlerinden birinin Üstad Bediüzzaman'ı tezyif etme hususunda sâbıkalı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Nitekim, daha evvel de değinmiştik. Şimdi Risâleleri tahrif ederek neşreden bu yayınevi, 2006 senesinde bastığı "Sultan Abdülhamid'de Yanılanlar" listesine Hz. Bediüzzaman'ı dahil ederek büyük cürüm işlemişti. Hatalarını telâfi için yaptığımız ikaza da, hiç aldırış etmediler; bilâkis, o hatayı müdafaa cihetine gittiler.
Garip mânâ, garip lâfız içinde olmalı
Sual: Risâle dilinin değiştirilmesinin ne gibi sakıncaları var?
Cevap: Böylesi bir müdahalenin sakıncaları saymakla bitmez.
Evvelâ, kontrol edilmesi mümkün olmayan bir tâviz ve tahrif kapısı açılmış olur. Ki, senelerce bu yönde ciddi tenkitler yapıldı.
Bugün güvenilir dediiğiniz bir değiştirmenin arkasının nasıl geleceğini ve ileride nasıl şekiller alacağını kim kestirebilir?
Bir başka sakınca, aynı zamanda Garibuzzaman olan Bediüzzaman'ın "garip lisanı"na değiştirmek sûretiyle ilişildiği takdirde, Kur'ân'ın feyzine istinad eden Risâle–i Nur'un tesirinin kırılacağı ve nazarı dağıtacağı muhakkaktır.
İşte, "Ben gariim. Benim elbisem gibi uslûp ve lisânım da gariptir" diyen Hz. Üstad'ın bu meyanda ifade ettiği "anahtar" mesabesindeki harika bir vecizesi: "Garip bir mânâ, garip bir lâfız içinde olmalı; tâ ki, nazar–ı dikkati celbetsin." (Eski Said Dönemi Eserleri, DHÖ, s. 152)
Evet, siz tutup o garipliğe müdahale ederseniz, tılsım bozulur. Tesir kırılır. Hatta, zamanın garibi ve bedii olan şahsiyeti bile "Bediüzzaman" olmaktan çıkarırsınız.
...........................
NOT: Hayli birikmiş olan suâl–cevap faslına biraz daha devam etmek niyetindeyiz.