"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cenâb-ı Hakk'a ‘mevcud-u meçhul’ ünvanıyla bakmak

Mehmet ÇETİN
19 Kasım 2011, Cumartesi
“Cenâb-ı Hakk’a mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder.” 1

mMevcudun, beşerî tarifleri muhtevasında Allah’a mevcud demek menkûr olur, inkâr edilmiş olur. Yaratılan mahlûkatın tarifinde kullanılan ölçü ve değerler ile mahlûkatın Yaratıcısı tarif edilemez. Yaratılmışlığın sınırlılığı içerisinde tarif edilen “mevcud” kelimesi ise Allah’ı marifette ve bilmekte kullanılamaz. Kullanılması durumunda ise Bediüzzaman’ın ifadesi ile “mevcud-u meçhul” yani ‘bilinemeyen, anlaşılamayan mevcud’ ifadesi, yerinde ve isabetli bir tabir olur.
Mevcud-u meçhul, bilinmez mevcud. İnsanların kullandığı, duyduğu, anladığı, efkârlarını muhabere ve muhaverede kullandığı kelimeler ile hakikatın mânâ ve mahiyeti, hakkıyla anlatılamaz, idrak edilemez. Zira bu kelimeler kesinlikle beşerî ölçüler, sınırlılıklar dahilindedir. Bu haddi ve hududu belirli olan kelimeler ile fehme gelen manalar Allah’ın her şeyi ihata eden mutlak sıfatlarını zihne ilham veremez, telkin edemez. Ancak, Zât-ı Akdes’i tefekkür etme noktasında birer ünvan ve işaret olabilirler.
Eğer Cenâb-ı Hakk’a, ‘mevcud-u meçhul’ ünvanıyla bakarsak, o zaman anlamaya, bilmeye, marifete yaklaşarak bir kısım manalar; tezahüre, belirgin hale gelmeye yani nurlanmaya başlar. Böylece kâinatta tecelli eden, her şeyi kuşatan, ihata eden mutlak sıfatı ile vasıflanan o ünvanların anlaşılmasıyla, kalb ve zihinde mütalâalarla tülûların, kalbe doğuşların olması pek muhtemeldir. 
Sınırlı şekilde algılayan bizler Allah’ın varlığını idrak etme konusunda bilinemezliğe giderken onu kavramak, anlamak veya anlatmak konusunda elbette bilenemezliği savunuruz. Zira işin aslındaki hakikatı hakkıyla bilemeyiz. Hakkı ile bilemediğimiz konuyu ise kendimize ait kelimelerle, işaretlerle, bir şekli ile ifadeye, anlamaya ve anlatmaya çalışırız o kadar.
Hadis-i Kudsîde “Ben, gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim; onun için bu felekleri yarattım.” 2 meâlindeki ifadelerde de bahsedilen manada ‘bilinmezlik’ kullanılmalı. Bu hazine o kadar büyük, o kadar büyük ki büyüklüğünün kavranılması akıl terazisi ile mümkün değil. Bu hakikatı Ziya Paşa’nın ifadesi ile tekrarlayalım:
“İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”
Ama kabullenme, inanma, iman etme ve arkasından da ibadet ve itaatın devamı konusunda da “mevcud” kelimesini bu manalara muhatap olması noktasından kullanabiliriz.
Gerçekten Allah’ın, değil zatını, kendisini; esmâ ve sıfatlarını bile tarifte acze düşer ve işin içinden çıkamamakla beraber ciddî ve tehlikeli hatalar yapabiliriz. İşte burada “bilinmez” veya Üstadın tarifi ile “mevcud-u mechul”, yerinde bir ifadedir. Kaldı ki Allah’ın ‘zât’ı hakkında hiçbir malûmatımız yoktur, nakledilen bilgi mevcut değil. Biz esmâ ve sıfatının idraki noktasında ta’lim ederiz o kadar.
Ayrıca sınırlı organlarımızla sınırsızı bihakkın anlama, algılama, anlatma, vs. mümkün olmadığı gibi doğru da olmaz. Âdeta, sehpanın, ustası olan mobilyacıyı anlamaya, algılamaya çalışması gibi bir şey. 3 Bu, zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Sehpa iş yapmak istiyorsa yapılış maksadı istikametinde hizmetine devam edecek. Biraz daha ileri gitmeyi düşünürse ‘Benim elbette bir ustam olmalı. Ama her nasılsa, ben anlayamıyor, anlatamıyorsam da olmalı ve ona inanıyor ve güveniyor ve seviyorum’ demeli.
Dönelim konumuza; insan, Yaratıcısının olması gerektiğini ifade etmeli ve kabullenmeli. Zaten düşünen akıl bunu teslim eder. Bundan sonrası ise, Yaratıcı, insanlar arasında konu edildiği zaman elbette “var” veya “mevcud” insan kelimesi ile anlatımı yapılacak. Zira konunun muhatabı insandır. İnsanın anlayacağı dilden konuşulmalı ki anlama sağlansın.
Allah, tanımak, marifet etmek istenirken insanların kullandığı ve yaratılmışları tarifte kullanılan mevcud kelimesini kullanmak inkâra, yani “yok”a götürür, demiştik... Evet, bu manada “var” demek “yok” demeye götürür. Zira “var”da kullanılan değerler yaratılmışlar için kullanılan ölçülerdir. Varlığın, kütlesi, kitlesi, rengi, ağırlığı, kokusu vs. gibi kıstaslarla Yaratıcı marifet edilemez. Böylesine ifadeler yanlış olur. Ancak kabullenmenin sonrasında, imanın ardından, beşerin eşyaya yüklediği manaları yüklemeden, sadece bir unvan olarak kullanılmalı.
Yaratılmışları tarifte kullanılan değerlendirme ölçüleri ile Yaratıcının mevcudiyeti, esma ve sıfatının tarif edilmesi yanlışlığı ortadadır. Bunun yanlışlığını Üstad şöyle ifade eder: “Cenâb-ı Hakk’a malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur”. 4 Yani Allah’a; bilinen, insanlar arasındaki kabul edilen ünvanlarla, onların eşyayı değerlendirmede kullandıkları değerlendirmelerle bakacak olursan bu, bilinemezliğe ve inkâra, kabul edilmezliğe götürür.
Mefhumlar manayı bütünüyle ifade edemezler. Mefhum; mananın, hepsinin değil bir kısmının ifadesidir. Kelime, insanın ancak yüklediği anlam kadar bir değer ifade eder, işaret ettiği mananın küllünü ihata edemez, aciz kalır. Allah’ın isim ve sıfatları ayrı ayrı mana ifade eder. İfade ve işaret ettiği manalarda kullanılan kelimeler doğrudan Allah’ın tesbit ve tercihidir. Meselâ bir “Ehadiyet” ya da “Vahidiyet” manasının ifadesinde kullanılan “Ehad” ve “Vahid” kelimelerini yüklenilen manası ile bir kelime olarak omuzlayacak başka hangi mefhum ve kelime vardır acaba? Döneceğiz, bütün esma ve sıfata sahip olan Allah’ın tesbiti olan bu kelimeleri olduğu gibi kullanacağız. O, bu kelimeler ile neleri anlatmak istiyorsa; biz dahi onu anlıyor ve anlatıyor niyeti ile kullanacağız.
Akıl, Yaratıcının gerekliliğini “var”ın üzerindeki bir ifadede kabul eder. Döner insanlara anlatırken rahat bir şekilde “var”ı kullanır. Ama Allah’ın zatı, sıfat ve esması ile ilgili konuları, “bilinmez” ile cevap vermekten başka çıkar yolu yoktur.
Esasında mükellef de değiliz.
Sözü, güzeller güzeli olan Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) o malûm ve muhteşem duâsı ile bitirelim:
“Seni hakkıyla sena edemedik. Sen kendini nasıl sena ediyorsan öylesin.”

Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 211.
2- Buhari, Ezan, 148, İşaratü’l-İ’caz, sh. 36.
3- Son zamanlarda yapıldığı bahsedilen yapay zekâ konusu, bilgisayarın hafızası bu konuya misâl verilebilir. Bu ikisi programlanma çerçevesinde iş yapabiliyorlar. Kendilerini yapan hakkında hafızalarına ne yüklendi ise, o kadar değerlendirme yapabiliyorlar.
4- Mesnevî-i Nuriye, s. 211.

Okunma Sayısı: 2369
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı