"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

"Bediüzzaman’ın adalet anlayışı notları"

Yıldız FIRTINA
29 Mart 2015, Pazar
İzmit Yeni Asya Temsilciliği’nin tertip ettiği, Bediüzzaman Haftası faaliyetleri kapsamında Sabancı Kültür Merkezinde anma program tertip edildi.

“Bir tecdit hareketi olarak Risale-i Nur” konulu konferansta, açılış konuşmasını RNE sekreteri Ahmet Dursun yaptı.  Programın konuşmacısı ise Ahmet Battal idi. Konusu ise; Bediüzzaman’ın adalet anlayışı idi. İşte o programdan alabildiğimiz ve önemli gördüğümüz bazı notlar...

“Şair değilim, hatip değilim; kalbinize hitap edemeyeceğim için kusura bakmayın” diyerek sözlerine başlayan yazar; “yapabileceğim şey elimdeki notlar ve konum adâlet” diyerek, adâletin adl isminin bir tecellisi olduğunu söyledi. “Asrın değil, asırların adamı Bediüzzaman’ı bugün daha çok dinlemeliyiz. Bediüzzaman’ın adâlet anlayışı dediğimiz şey aslında, Kur’ân’ın adâlet anlayışından başka bir şey değildir. Bediüzzaman bir müceddiddir ve yaptığı şeyse tecdiddir. Kur’ân’ın tecdididir” dedi ve şöyle devam etti: “Adâlet nerede tecelli eder? Adâlet adliyede tecelli eder derler. Kısmen de doğrudur; fakat adâletin tamamı burada tecelli etmez. Adalet ne yaparsan yap bu dünyada tam tecelli etmez. 

“Adaletin sembolü nedir dersek? Adâletin sembolü terazidir ve adliye saraylarının önüne dikilen putlara bakılırsa, Yunanlıların tevhidden saparak, yanlış bir inanışla, adına ‘temiz’ dedikleri pis bir kadının elindedir. Ve neden temiz dediklerini de anlamış değilim.” Adâlet; o Yunan putunun elinden alınıp, Allah’a verilmediği sürece, adâletin yerini bulmayacağını ifade etti. “Pot kıranların elinden alınıp, put kıranlara verilmedikçe adalete hizmet edilmiş olmaz. Yeni binalar yapıp, yeni putlar dikmek maharet değildir. Maharet putları kırmaktır, pot kırmak değildir” dedi.

“Adâletle ibadet arasında müthiş bir bağ vardır. Üstad, Kur’ân’ı sıksan şu dört şey çıkar der: tevhid, haşir, nübüvvet, adalet-ibadet. İnsan ibadetsizliği ile dünyayı kirletti. Bu kiri ancak kıyamette temizlenecektir. Ya cenneti ya cehennemi hak edecektir. Bir insan adâlete hizmet ediyor, ancak ahirete inanmıyorsa şaşarım onun aklına. Adâletin tam tecellisi ahirettedir. Buna inanmak bu ümitle yaşamak adâlete hizmettir.”

“Adaletin insan davranışlarındaki ortaya çıkışını ise Bediüzzaman üç şekilde açıklıyor: Kuvve-i cazibe (pozitif kuvvet), kuvve-i dafia (negatif kuvvet), kuvve-i akliye (akıl kuveti). Bu kuvvetlerde ‘vicdan’ ile frene basmazsa adalette zulme düşer. Bu kuvvelerin vasat olan iffet, şecaat, hikmetle hareketi ise istikametle yürümesidir; bu ise adâlettir. Adâletin insanla ilişkisi ise; zulmetmemesi ve zulme boyun eğmemesidir. Bunun için tek bir şeye ihtiyacı vardır; hakikî hürriyet! O da imanla mümkündür. “İman ne derece kuvvetlenirse hürriyet o derece parlar.” 

“Beşerde hükmeden adalet için tek başına akıl yetmez. Benim aklım yeter diyebilir mi insan? Hayır! O aklın kullanım kılavuzuna ihtiyaç vardır. Hayvana ilham yeter. İnsan denen hayvana ise; akıl ile beraber kalp ve vahiy lâzımdır. Ve Bediüzzaman bir tesbit ile dördüncüsünü ekliyor: efkâr-ı amme, yani kamuoyunun fikri.”

Beşeri adâletin vasıtası nedir? diye sorarak şöyle devam etti: “adâletin vasıtası devlettir. Devlete önem vermeliyiz. Ama gereğinden fazla değil. Peygamber Efendimizin (asm) devleti, bir cazibe devleti idi. Suç işleyen biri gelip benim cezamı dünyada ver ahirete kalmasın derdi. Öyle bir devlet için öyle bir toplum lâzım. O toplum içinde iman lâzım. O yüzden hizmet; kalbe, imana hizmettir; devletin adaleti sonraki iştir. Devletin adaleti için, milletin; Allahtan korkan, ahlâklı beşere ihtiyacı vardır.” İşi ehline vermek adâletin gereğidir.

Adâlet terazisinin iki kefesi var; iktidar ve muhalefet! Muhalefet adâleti dengelemek için vardır. Bir iktidar muhalefetini sevmelidir.  Dinî inancı ne olursa olsun devlet eşit hizmet etmelidir. Devlete hizmet edenlerin muhalefete hazır olması gerekir. Hilâfet saltanata döndü ve bin yıldır “padişahım çok yaşa” kültüründe yaşadık. Şimdi yeniden cumhuriyete, meşrûtiyete giriş yaptık. Dört Halife devrindeki gibi bir devlet anlayışına dönmek lâzım. O gün muhalefetin kurumsal yapısı camide idi. Hutbeyi dinleyen muhalefet, “bir elbisenin hesabını” sorabiliyordu. Bugünün kurumsal yapısını bulup meşrû muhalefeti sağlamalıyız. Adâletin cemiyetteki tezahürü meşverettir. Çok önemli bir hükmü Yeni Asya 45 yıldır kafamıza çakmaktadır. Asya’nın ve İslâm’ın bahtının açılması meşveret ve şûrâ ile mümkündür” dedi.

Mevcut hükümetin adalet anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz? sorusuna; “hükümetler yanlışta yapar, doğruda. Doğru yaparsa tebrik ederiz. Yanlış yaparsa ‘müsbet muhalefetle’ eleştiririz. Esasen hükümet doğru yapmak için vardır; yanlış yapmak için değil. Hükümetin daha çok eleştirdiğimiz kısmı yapmak isteyip de yapamadıklarıdır. Yaptıkları varsa Allah razı olsun der, yapamadıklarını da eleştirmeyi sürdürürüz. 

Olaya bizim baktığımız gibi bakanlar için konu son derece nettir: Türkiye ideolojiden uzak, demokratik bir devlet ve toplum anlayışına maalesef geçememiştir. Bunun için anayasanın başlangıç kısmını -12 Eylül Anayasasının koyduğu başlangıç kısmı- hani bugünlerde ‘mümkün değil değişmez’ diyenler var ya.. 1995 ve 2001 de iki defa değiştirildi, iyileştirilme yapıldı. İkisi de AB süreci sayesinde oldu. Koalisyon hükümetleri zamanında yapıldı. İlginçtir ikincisi 28 Şubat hükümetleri diye eleştirilen hükümetlerce yapıldı. Fakat nasıl yapıldı biliyor musunuz? Mecliste mutabakat sağlanarak yapıldı. O günkü meclisi, ne yazık ki bugün bulamadığımız gibi, o milletten de gittikçe uzaklaşıyoruz diye korkuyoruz.” 

“Bugün iki taraf arasında gelinen noktaya baktığımızda; her iki tarafında yanlışları olduğunu söylüyoruz. Birileri bizi illa bir tarafta olmaya zorlasa da biz tablonun dışındayız. Ortada olmakta bir tercihtir. Üstad ısrarla ve ısrarla diyor ki: ‘din hizmeti yapmak isteyen devletten uzak dursun.’ Topuz dediği; devlet topuzu, güç ve iktidar. Asıl hizmet; nasihat ve nur göstermektir. Çünkü iki tarafında elinde çok ciddî bir yanlış vardır. 

Yanlış şudur: ‘Nurcular, demokratlara nokta-i istinat’ olmalıdır. Nurcular, demokratlar, eşittir nokta-i istinat! Çıktıda problem varsa, girdide hata vardır. Ya Nurcu dediklerin Nurcu değil, ya Demokrat dediklerin Demokrat değil. Ya da ikisi de değil. Biz istiyoruz ki ikisi de olsun. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Doğru söyledik, dokuz kere kovulduk; gittik yeni köy kurduk!

Ahmet Battal, Risale-i Nur’a bandrol engeli üzerine gelen bir soruya ise şöyle cevap verdi: Biz bu işin uzmanlarındanız. Süreci takip ediyoruz. Hukukî süreç devam ediyor. Bu bizim işimiz. Sizin işiniz ise; Siz elinizdeki kitapları eskitin. Ve hiç merak etmeyin. Siz onları eskitene kadar söz yenisi basılır. Kanun değişmezse ne olacak diyecek olursanız  merak etmeyin basar birileri. Suç işler basar yine de. Yirmi sene önce nasıl basılıyor. İman hizmeti devletin tek eline alınmaz” dedi.

Şu halde onlar süreci takip etmeye, biz kitaplarımızı eskitmeye devam edelim inşallah. 

Mevlâ görelim neyler neylerse güzel eyler..

Okunma Sayısı: 1554
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı