"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

3 günde 500 kalp krizi geçiren hastanın kalbi, 150 kez durdu

02 Temmuz 2015, Perşembe 15:45
Aydın’a kamyonuna yük almaya giden Nuri Teke (51) kalp krizi geçirdi. Hastaneye kaldırılan Nuri Teke, tedavi altında 3 gün içinde 500’ün üstünde kriz geçirdi.

Geçirdiği kalp krizlerinde Teke’nin 150 kez duran kalbi, her seferinde yeniden çalıştırıldı. Kalp krizleri önlenemeyen Teke, özel olarak donatılan ambulansla Denizli’ye götürülerek orada tedavi edilerek sağlığına kavuştu.

Aydın’ın Çine ilçesine yük almaya giden kamyon şoförü Nuri Teke, kamyonuna yüklenmesini beklerken fenalaştı. Kalp krizi geçirdiği belirlenen Teke, Aydın Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Hem yolda, hem de hastaneye kaldırıldıktan sonra birçok kez kalp krizi geçiren Teke, aynı gün içinde iki defa ameliyat ve bir defa da anjiyo edildi. Hastanedeki tüm müdahalelere rağmen kalp krizi atakları önlenemeyen Teke, buradan özel bir hastaneye sevk edildi. Buradaki doktorlar, başka doktora da danışarak, hastanın ablasyon yöntemiyle tedavi şansının olduğunu ama bunun İzmir ve Denizli’de yapılabileceğini belirtti. Sürekli kalp krizi geçirmeye devam eden ve makineye bağlı yaşama tutunan Teke’nin Denizli’ye nakli için özel ambulans dizayn edildi.

Ambulansa 2 saat pil ömürlü kalp-akciğer makinesi, balon cihazı ve vantilatör monte edilerek hastanın ölmemesi için ambulansın 2 saat içerisinde Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’ne ulaştırılması gerekiyordu.

Tüm hazırlıklar tamamlanınca Aydın ve Denizli polisiyle irtibata geçilerek kavşaklarda polisin yolu açması sayesinde hasta Denizli’ye yetiştirildi. Teke’nin Aydın’dan itibaren tedavisini üstlenen ve kendisiyle birlikte Denizli’ye giden Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Opr. Dr. Mustafa Ünal ile Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Harun Evrengür’ün katıldığı operasyonla Teke bir kez daha ameliyat edildi. Operasyondan yaklaşık 2 saat sonra da aynı ambulansla tekrar Aydın’a götürüldü.

Hastanın şu anda sağlığına kavuştuğunu belirten Opr. Dr. Mustafa Ünal, hastanın kendilerine ilk getirildiğinde kalbinin sürekli durduğunu, cihazla çalıştırdıklarını söyledi. Şu anda sağlığına kavuştuğunu ve kamyon şoförlüğüne geri dönüp dönemeyeceğine karar vereceklerini ifade eden Ünal, kalp rahatsızlığının sona erdiğini ve hastayı normal servise çıkardıklarını belirti.  

HAYATI VEREN YALNIZ O'DUR

ALTINCI KELİME

يُحْيِى Yani, hayat veren yalnız Odur. Öyle ise, herşeyin Hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy u Kayyûmdur.

İşte, şu mertebe-i tevhidin burhan-ı âzamına şöyle işaret ederiz ki:

Başka bir Sözde izah ve ispat edildiği gibi, zemin yüzünün sahrâsında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz. Evet, Hayy u Kayyûmun hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silâh altına alınmış, gaibden gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebâtat taifelerinden iki yüz binden ziyade ve hayvânat milletlerinden yine yüzbinden fazla çeşit çeşit, muhtelif kavimler görüyoruz.

Herbir milletin, herbir taifenin elbisesi ayrı, erzakı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı, silâhları ayrı, müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde, bir Kumandan-ı Âzam, hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, karıştırmayarak, geciktirmeyerek, ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyade milletleri ve taifeleri kemâl-i intizamla, tamam-ı mizanla, vakti vaktine, ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini, ayrı ayrı silâhlarını vererek, ayrı ayrı talimat yaptırarak, ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan, bilmüşahede görür ve kalbi bulunan, biaynelyakîn tasdik eder.

İşte, hiç mümkün müdür ki, şu ihyâ ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye, o orduyu bütün şuûnâtıyla ihata eden bir ilm-i muhîtin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz binler defa hâşâ!

Malûmdur ki, bir taburda on millet bulunsa, ayrı ayrı teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan, âciz insanlar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Halbuki Hayy u Kayyûm, şu muhteşem ordusu içinde, üç yüz binden ziyade milletlere ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülâtsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, gayet hakîmâne ve intizamperverâne veriyor. Ve koca orduya, birtek lisanla هُوَ الَّذِى يُحْيِى  1 (Hayatı veren ancak Odur)dedirtip, kâinat mescidinde o cemaat-i uzmâya اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ لاَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ...الخ  2 ("Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa Onundur. Onun katında, Onun izni olmaksızın kim şefaat edebilir? O bütün mahlûkatının geçmiş ve gelecekteki bütün hallerini bilir. Onun mahlûkatı ise, Onun dilediğinden başka, İlâhî ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Onun hâkimiyet ve saltanatı gökleri ve yeri kuşatmıştır. Gökleri ve yeri tasarrufu altında tutmak Onun kudretine ağır gelmez. Herşeyden yüce ve herşeyden büyük olan da ancak Odur." Bakara Sûresi, 2:255.)okutturuyor.

Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam, 6. Kelime

MEVT (ÖLÜM) DAHİ BİR MAHLUKTUR

İKİNCİ SUAL: Furkan-ı Hakîmde, اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً  1 ("Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur." Mülk Sûresi, 67:2.) gibi âyetlerde, "Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir" diye ifham ediliyor. Halbuki, zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdimü'l-lezzâttır. Nasıl mahlûk ve nimet olabilir?

Elcevap: Birinci sualin cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir.

Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe olduğundan, o mevt onların hayatından daha muntazam ve mahlûk denilir.

İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.

Amma mevt nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört vechine işaret ederiz.

Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzâd edip, yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için âlem-i berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs'atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.

Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki, mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

Dördüncüsü: Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir-hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için. Öyle de, nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir. Amma ehl-i dalâlet için, müteaddit Sözlerde kat'î ispat edildiği gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptır; o bahisten hariçtir.

Mektubat, 1. Mektup, 2. Sual

YEDİNCİ KELİME

وَ يُمِيتُ Yani, mevti veren Odur. Yani, hayatı veren O olduğu gibi, hayatı alan, mevti veren dahi yine Odur.

Evet, mevt yalnız tahrip ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin. Belki, nasıl bir tohum zâhiren ölüp çürüyor; fakat bâtınen bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına, yani cüz'î tohumluk hayatından, küllî sümbül hayatına geçiyor. Öyle de, mevt dahi zâhiren bir inhilâl ve bir intifâ göründüğü halde, hakikatte, insan için hayat-ı bâkiyeye ünvan ve mukaddime ve mebde' oluyor. Öyle ise, hayatı veren ve idare eden Kadîr-i Mutlak, yine elbette mevti dahi O icad eder.

Şu kelimedeki mertebe-i uzmâ-yı tevhidin bir burhan-ı âzamına şöyle işaret ederiz ki:

Otuz Üçüncü Mektubun Yirmi Dördüncü Penceresinde beyan edildiği gibi, şu mevcudat, irade-i İlâhiye ile seyyâledir. Şu kâinat, emr-i Rabbânî ile seyyaredir. Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.

İşte şu mahlûkatın şu seyelânı, gayet hakîmâne, rahmet ve ihsan dairesinde; ve şu seyeranı, gayet alîmâne, hikmet ve intizam dairesinde; ve şu cereyanı, gayet rahîmâne, şefkat ve mizan dairesinde, baştan aşağıya kadar hikmetlerle, maslahatlarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek, bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Hakîm-i Zülkemâl, mütemadiyen tavaif-i mevcudatı ve her taife içindeki cüz'iyatı ve o taifelerden teşekkül eden âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzif eder, sonra hikmetiyle terhis edip mevte mazhar eder, âlem-i gayba gönderir, daire-i kudretten, daire-i ilme çevirir.

İşte, hiç mümkün müdür ki, şu kâinatı heyet-i mecmuasıyla çevirmeye muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata, mevte bir fert gibi mazhar etmeye kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip, yeryüzüne takıp, sonra mevtle ondan koparıp alamayan bir zât, mevt ve imâteye sahip çıkabilsin? Evet, en cüz'î bir zîhayatın mevti dahi, hayatı gibi, bütün hakaik-i hayat ve envâ-ı mevt elinde bulunan bir Zât-ı Zülcelâlin kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir.

Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam, 7. Kelime

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 5163
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı