“Kim milyoner olmak ister” yarışmasında tesettürlü bir genç kızı izledim. Ablası ve yeğeniyle gelmiş. Salona çok büyük bir öz güvenle giriyor. Tabiî hoş geldiniz faslında sunucu ile tokalaşıyor!
Sonra efendim, işte nereden geldiğini, ne yaptığını anlatıyor kısaca iyi bir mevkide. Yeğeni “teyzeme güveniyorum” diyor.
Genç kızın başlangıçtaki o çok özgüvenli hâli, sorular peşpeşe geldikçe yerlerde sürünmeye başlıyor.
Demem o ki bilgi şöyle dursun malûmatlı bile değil... O boş boş gülümsemeleri, “senin ne harcınaydı buralara gelmek” pişmanlığını örtmeye yetmiyor.
Fakat bir soru var ve genç kız zaten bilgi işlem gibi bir bilgisayar önünde mesai yapan biri. Evet, bu zamanda belki çok duyulmamış jenerasyon olarak yeni olduğundan bu bilgiye uzak düşüyor. Tamam kabul ediyorum...
Soru, “Çizgi ve noktalardan oluşan alfabenin ne olduğu.”
Seyirciye soralım diyor seyirci “mors” olduğunu oyluyor...
O kabul etmeyip “Ben “Kiril” olduğunu düşünüyorum, ama” diyerek bir de diğer joker denemesine girişiyor. Yani bilgi yok. Başkalarının bildiğine dair güven de yok...
Ev hanımı olsaymış, o da yok...
“Ganaj” soruluyor bir diğer soruda... Onu da “Ahh annem” diyerek keşke mutfağa daha çok girseydim... O soruyu da telefon jokeri ile hallediyor.
En nihayet hangisi “Dostoyevski eseri değildir?” sorusunu da bilemeyerek yarışmadan mors olarak çekiliyor.
Şimdi ben bu acımasız tenkidi neden yapıyorum?
1- Evet, bir bilgi yarışmasında kimse; ‘Amerikan tavukları ne kadardır’ bilecek malûmata sahip olmak zorunda değil ve bu da bilginin göstergesi değildir.
2- Fakat bir yarışma programına çıkacaksan, etrafından en az 1000 kere; “Yaaa sen çok bilgilisin katılsana şu yarışmaya” denmesi lâzım...
Ahh aaah bana Kenan Işık sunduğu zamanlarda çok diyen olmuştu da;
1- O tokalaşmak ve
2- O sandalyede oturmak yüzünden gitmemiştim... Benim öyle acayip beceriksizliklerim vardır. Bir sıçramada o sandalyeye tüneyenlere; “Vayy be o ne dinamizm” diye bakakalıyorum.
3- 125 milyon bekleyen insan, ekran önünde kendini dener. Ne kadar doğru cevap verebildiğini bilir, ondan sonra çıkar meydana. Ben de bir düğme dikmeye üşeniyorum, ama güzel manto dikip giymek istiyorum. Çünkü annem çok güzel dikiyor, giydiriyordu bizleri. “Madem ben o annenin kızıyım, ben de yaparım” demekle bu iş oluyor, taşıma suyla değirmen dönüyor mu?
Eee dönmüyor tabiî. İnsanın boyunun ölçüsünü böyle alıyorlar.
4- Bir öğretmen yanım, bir de mükemmeliyetçi bir duruşum var. Bu yüzden insan bir konuya el attı mı, onu elinden gelen en iyi şekilde ortaya çıkarmalı, yoksa geri çekilmeli, haddini ve kapasitesini bilmeli diyorum.
5- Maharet ve salâhat diyorum bir de... Zaten genelde kim olursa olsun, kendini dev aynasında gören kifayetsiz görgüsüzlere kızıyorum. Ama husûsen tesettürlü insanların bu konuda daha dikkatli olmalarını murad ediyorum. Bu yüzden gözüme batıyor.
Yeni, şımarık, kapasitesinin ne olduğunu bilmeyen bir hanımağa tarzı, külhanbeyi havalı tesettürlüler çoğaldı. Ezik hallerini statü gibi gösteren bir kendini bilmezlik aldı başını gidiyor.
Bilgiyi taşıyan mütevazı, örtüyü taşıyan vakur olur. Ve herkes hakkettiğiyle muamele görür.
“İşte böyle bir başörtüm var” diye herşeyi hakkettiğini sanan nevzuhur tiplerden hazzetmiyorum.
Napayım elimde değil.
Haşiye: Bu tenkitlerin hiçbiri kendimizi bu hallerden beri tutmaya gerekçe olmadığı gibi, tesettürlü insanın her haliyle ideal olmasını beklemek ifratına da düşürmemeli. Sadece ikaz ve vasatı koruma noktasında farkındalık uyandırma maksadı bizimkisi. Galiba bu ayrıntıyı kaçırıyoruz.