"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

IŞİD terörü ve İslâmda cihad

ZÜBEYDE MERYEM ŞAKAR
12 Ağustos 2014, Salı
11 Eylül ABD ikiz kulelerine yapılan, aslında kimlerin yaptığını sağır sultanın bile duyduğu uçak saldırıları ile ayyuka çıkan İslamofobinin en tehlikeli rolü sahneleniyor son zamanlarda. O saldırılardan sonra Usame bin Ladin isimli ismi var cismi yok teröristin saldırıyı İslam adına üstlenmesi ve bazı akl-ı evvellerin ve çakma mücahidlerimizin bu saldırıyı sahiplenmesi ise tam bir felâket oldu İslam’ın gülen yüzü adına. Bunlar islam’a ne denli zarar verdiklerinin farkında oldular veya olmadılar, lakin batıda temsil ve tebliğe ihtiyaç duyulan İslam bir terör dini olarak algılandı. Bu bahaneyle birçok İslam torağına savaş açıldı, binlerce masum Müslüman katledildi. (İnşaallah şehid oldular)


İslam ; selam yani barış, huzur , mutluluk, selamet ve esenlik demekken İslam saldırgan, masum insanları canice ve vahşice katleden bir din haline getirildi. Artık “Allah” diyerek kelle koparılıyor ve böylece cihad ediyorlardı.  Mücahid olmanın en kısa yolu kafa koparmaktı. İslam’ın gül, gülşen yüzü kaybolmuş, kan döken vahşi bir din haline getirilmişti. Dikkat ettiniz mi ? Hâlâ ağırlıklı olarak okullarımızda Rasulullah’ın savaşları sıralanır siyer kitaplarında. Laik ideolojinin 90 yıllık serüvenidir bu. Amaç İslam’ı savaş dini olarak göstermektir.  Halbuki dinimiz savaşı zaruri durumlarda  uygun görmüş  ve  gayr-i Müslimler ile savaş  hicretten sonra  farz kılınmıştır. Fitneyi ise adam öldürmekten daha eşed bulmuş, münafıkları şiddetli bir dille yermiştir. İslam, adam öldürmeyi sadece savaş meydanlarında ve kısasta helal görmüştür. Sana silah doğrultmayana , seni yurdundan sürmeyene, malına, evladına ve ırzına dokunmayana silâh doğrultamazsın. Ölülere eziyet  ve işkence edemezsin. Kadınlara , çocuklara, din adamlarına hatta sana silâh doğrultmayan erkeklere dokunamazsın. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. (Bakara- 191)
“Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir.” (Nahl Sûresi, 16/125)
Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam ve ecdadımız eğitimle, önden irşad ekipleri ve  kanaat önderleri göndererek feth etmek istedikleri yerleri önce ilmî açıdan terbiye etmiş , ortam hazırlamış, gönülleri İslam ahlâkıyla, onun güzellikleriyle feth etmiş sonra gerekli görmüşse savaşmıştır. Rasulullah (asm) keyfi olarak savaşmamış, insan öldürme savaş meydanlarında sınırlı kalmıştır.
Dinimiz eşkiya ya da terör dinî değildir. Âlimin mürekkebini şehidin kanından evla görmüş, cehaletle savaşmaya en büyük cihad kabul etmiş,  Rasulullah (asm) Bedir esirlerini 10 çocuğa okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştır.
Şimdi Müslümanlar oynanan birtakım oyunlarla hızla bir mezhep savaşının içine çekilmekte. Hızla kutuplaşıyoruz. Nefret söylemlerimiz insanları birbirine düşman kılıyor. “Allahu ekber” deyip gönül kazanmalardan “Allahu ekber” deyip kafa koparmalara , “bismillah” deyip tavuk keser gibi insan boğazlamalara giden süreç; sözlü sataşmalardan,  fiziksel şiddetten geçiyor. Hele bir de toplumda hızla yükselen haysiyet cellatlığı var ki söylemeye gerek var mı bilmiyorum.  Siyaset için kefenlerin giyilip yollara çıkılması, “vur de vuralım, öl de ölelim” gibi tezahüratlar  ayrı bir psikolojik vak’a!  Kefen giyip sokaklara çıkanlar bu tezahüratları yapanlar kimlere karşı bu tavrı takınıyor? Kendi vatanının insana,  belki kapı komşusunun çocuğuna karşı değil mi? Farklı diyarlarda İslam adına, mezhepleri adına cihad ettiklerini söyleyenler ise; kardeş  kanlarını  oluk gibi akıtıp  sıra sıra dizilmiş kafalarla poz veriyorlar. “Allahım kurbanımızı kabul et”  yüzlerce masumun, hem de Müslümanın kanını akıtıp toplu mezarlara dolduruyorlar. Peki bu insanların kinî nereden besleniyor, bu gaddarlığın kaynağı nedir? Stratejik ya da ilm-i siyaset açısından laf söylemek bize ait değil ama altında yatan ana etkenler cehalet, Kur’ân ahlâkından uzaklık, Batı’ya ve bâtıla hizmet eden bazı Müslüman liderlerinin sessizliği...
Türkiye’de bu tehlikeden uzak değil. Asırlardır üzerinde oynanan oyunlar var. Kardeşler birbirine düşürülmeye çalışılıyor ve oyun sinsice oynanıyor.
İslam dünyasında ise bir ittihad oluşması pek mümkün gözükmüyor. Bunun için geniş ufuklu , kucaklayıcı, ileriye dönük adımlar atabilecek , ülke ve bölge stratejisini iyi bilen , entelektüel, ilmî ve dinî birikimi fazla olan insanlara ihtiyacımız var. Ümmet arasında çözülme daha Rasulullah (asm) döneminde Aişe (ra ) annemize yapılan çirkin iftira sebebiyle başladı. Cemel Vak’ası’nda, Sıffın Savaşı’nda münafıklar rollerini bugünkü gibi güzel oynadı. Nerede mü’minler biribirine düşmüşse,  kardeşlerin  arası açılmışsa orada fitne fesatçılar , münafık tıynetinde kimseler yangına körükle gidenler  ve İslam’ın ilerlemesinden dehşete düşen dış güçler etkili olmuştur.
Bugün Arakan, Burma, Filistin , Suriye, Doğu Türkistan, Irak, Afganistan, vs. Müslümanların yoğunlukta olduğu yerler hep kan gölü içinde. Neden İslam dünyası mutlu olamıyor?  Neden hep kan , vahşet , gözyaşı  ekmel olan dinin mensuplarının olduğu yerde ? Çünkü bizi üç musibet esir aldı. Asrın müceddidi  Bediüzzaman hazretleri şöyle der : Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi  (torun) husûmet beydir… Bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar. (1)
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur...”(2)
Bizim düşmanımız olan cehalet, zaruret, ihtilâf gibi hastalıklara karşı, yeterince san’at, marifet ve ittifak ile cevap veremememizdir. Cehalet, eğitim ve öğretim ile; zaruret yani temel ihtiyaçlar ticaret ve sanayileşme ile, ihtilaf da yani ayrılık ve gayrlıklar da; ancak İslam kardeşliği ile çözümlenebilir. İşte biz bunları yeterince tatbik edemediğimiz için zayıf ve fakir kalmışız. Bazı zındık ve dinsizlerin iddia ettiği gibi, İslam yüzünden geri kalmamışız. Bilakis İslam’dan uzak kaldığımız için geri kalmışız.
“Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve hercümerc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir...”(3)
“Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakki etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedennî etmiş. Hristiyanlık ise bilâkistir. Bu da mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş...”(4)
Üstad bu iki paragrafta geri kalma sebebimiz olarak İslam’dan uzaklaşmamızı gösteriyor. Müslümanlar ne zaman Kur’ân ve Sünnete sımsıkı yapışmış ise; o zaman medeniyetin ve terakkinin en üst seviyesine çıkmışlar, ne zaman Kur’ân ve sünneti terk etmişler ise; geri kalıp medeniyetten uzaklaşmışlar diyor.  Geri kalmamızın en önemli sebeplerden birisi; kainattaki sebeplere ve sebeplerdeki tertibe tam riayet etmememizdir. Yani Müslümanlar, Kur’ân ahlâkından uzak kalmalarının neticesi olarak hırslandıkları için, kısa yoldan sebeplere ve sebepler arasındaki tertiplere uymadan hırs ile zengin olma yollarını aramaları neticesinde başarı gösteremiyorlar. Halbuki zenginlik ve terakki ancak sebeplere ve tertibine uymak ile elde edilebilir. Tarlayı ekmeden nasıl mahsul alınamaz ise; sebeplere riayet etmeden de zenginlik ve terakki mümkün değildir.
ALLAH Ümmet-i Muhammedi tez zamanda gafletten uyandırsın ve bizlerin kardeş olduğumuzu kalplerimize duyursun . Amin.

Dipnotlar:

1- Münâzarât
2- Hutbe-i Şamiye
3- Mektubat
4- Divan-ı Harb-i Örfi

Okunma Sayısı: 1627
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı