Bu deneyin altyapısı 18. asırda dinsizler tarafından hazırlandı. 19. asırda uygulamaya konuldu. Kobay olarak fareler değil, bütün insanlık kullanıldı.
Hipotez şuydu: “Bilim gelişecek ve varlığı izah edecek. Hakikati bulmak için dine ihtiyaç kalmayacak. Dolayısıyla 2000’li yıllarda insanlık dinlerin baskısından kurtulacak. Böylece daha hür ve mutlu olacak!?” Nietzsche’ye göre “Tanrı ölmüştü(!)” Artık insan hürdü.
Deney için önce vahyin güneşine istiğna ve gaflet perdesini çektiler. Sonra “hürriyet ve mutluluk aşısı” diyerek bir virüs ürettiler. Bize göre bileşenleri enaniyet ve inkâr olan bu sözde aşının üretimi için bilim laboratuvarlarını da suiistimal ettiler. Medeniyet ve teknolojinin tatlı ve parlak kapsülü içinde, bu sözde hürriyet ve mutluluk aşısını bütün dünyaya neşrettiler. Güya dünya artık huzura kavuşacaktı. Problem çıkarsa, çözmek için akıl ve bilim her derde deva, keskin iki ilâçtı.
Aradan çok zaman geçmedi. Aşı, zehirli etkisini göstermişti. Dünyanın midesi bulanmaya başladı. Yirmi yıl arayla iki defa öyle bir kustu ki, yeryüzü kana bulandı. İhtiyar Dünyamız, öldürücü ve salgın çok hastalık görmüştü. Fakat böylesine bulaşıcı bir hastalığa kürevî boyutta ilk defa şahit oluyordu.
Aşılanan bu hastalık önce bir gözü kör ediyor, sonra eli deliyordu. Virüsün bulaştığı insanlar, Hakk’a değil, kendilerine tapmaya başlıyorlardı. Çıkar sağlamaktan başka hiçbir şey düşünemez oluyorlardı. Vampir gibi saldırganlaşıyorlar, masum insanların ülkelerine önce tecavüz ediyorlar, sonra da onların kanını emiyorlardı. Bu onlara büyük bir zevk ve güç veriyordu. Normalde kendinden emin, gururlu ve dik başlı görünüyorlardı. Ama bayağı bir zevk için Şeytan’ın ayağına kapanıyorlardı. Bir yıldız kaysa bu defa da korkup kaçıyorlardı. Kısacası, bu nasıl bir aşı ise insan fıtratını ve ruhun genetik yapısını bozuyor, âdeta insanı bir mutasyona uğratıyordu.
Ele geçirilen mutantların beyin tomografileri incelendiğinde, aşının etkisiyle bencillik, zevkperestlik ve merhametsizlikten oluşan bir Şeytan üçgeninin, insan beynini etkisi altına aldığı fark edildi.
Hastalık bir yandan ilerliyor ve insan ırkı mutasyona uğruyordu. Bu sözde aşı “İnsanın mesh-i manevisine sebep oluyordu.” 1 Tanrı değil (haşa), insanlık ölüyordu!
Her derde deva olacağı vaat edilen ilmî gelişmeler, bu virüse çare bulamıyordu. Şiddet tırmanıyordu. Bu yüzden bütün dünyada silâhlanmak için saatte yüz milyon dolar harcanıyordu. Sanki dünyanın en çok silâha ihtiyacı vardı!? Deneyin sonucunda umulan mutluluk uçup gitmişti. 150 ülkede yapılan bir araştırmada “kendini mutlu ve huzurlu hisseden ülkeler sıralamasında” teknoloji üreten hiçbir ülke ilk kırka girememişti!?
Yapılan denenmiş aşıyla mutasyona uğrayan ve bir nevî zombiye dönüşen bu insanı, tekrar sağlıklı hale kavuşturmak için yepyeni bir aşı üretilmesi lâzımdı. Amerika, İsveç, Norveç, Finlandiya gibi birçok ülke, böyle bir aşıyı aramaya başlamıştı. 2
Aranan aşı aslında bulunmuştu. Büyük ve bedi’ bir ilim adamı, insanlığı mahveden bu virüsü yok edecek ve insanı aslına döndürecek bir aşıyı Kur’ân eczanesinden, bin bir yokluk ve meşakkat içinde hazırlamıştı. Numune aşı denenmişti ve işe yarıyordu.
Fakat kırk arşın boyundaki Büyük Zombi, sosyal hayatın “maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş nefisleri başıboş bırakarak, (kadın-erkek veya fakir-zengin arasındaki) hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözerek” dehşetli bir anarşistliğe meydan açmak ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zombi kaynağı sağlamak istediğinden 3 bu sağlıklı aşıyı görünce paniğe kapılmış ve duyulmaması için elindeki bütün gücünü devreye sokmuştu.
Ayrıca kendi kızıl kanından farklı yeni virüsler geliştiriyor ve anti virüs budur diye insanları aldatıyordu. Aklı başında olan hekimler zamanla bunları tanımaya ve isimlendirmeye başladılar: Komünizm, Sosyalizm, Kapitalizm, Deizm, Sekülerizm, Hedonizm, Narsizm vb.
Müslümanlar bu virüslere karşı, nispeten daha dayanıklıydı. Kimisi, Büyük Zombi denilen “Deccala tabi olur korkusuyla annesini ve kız kardeşini evden çıkarmayacak” 4 oluyordu. Ama bu da çözüm olmuyordu. Çünkü virüs havadan da yayılıyor ve çanaklar vasıtasıyla evin içine girebiliyordu. Bünyesi dayanıklı Müslümanların bile bu yüzden, beyin işletim sistemi kısmen bozulabiliyordu.
Nihayet Dünya yaşlanmış, ama tarih hızlanmıştı. Siyasî sınırlar kalkmaya başlamıştı. İletişim ve ulaşım teknolojileri öylesine gelişmişti ki, ne dil farklılıkları iletişimi, ne de ülkeler arası uzaklıklar ulaşımı engelleyebiliyordu. O yüzden artık milletler arası savaşlar, yerini sağlıklı (ahlâklı) insanlarla zombiler arasındaki savaşlara bırakmıştı. 5
Hal böyle olunca, Büyük Zombi’nin bütün çabalarına ve anti virüs aldatmalarına rağmen insanoğlunda, kendi türünü yok olmaktan kurtarma duygusu baskın gelecekti. Evet, sû-i ahlâkın çirkin neticeleri ve o zamana kadar aşılanan bütün virüslerin mutasyona uğrattığı insan türleri karşısındaki insanlık, çare her neyse ona dört elle sarılacaktı.
2024’den itibaren güneşin ilk ışıltılarının belirmesiyle (Haşiye) geceyi çok seven zombiler peyderpey karanlık deliklerine çekilecekti. 2040’lı yıllara gelindiğinde ise ortalık aydınlanacak, köy kadar küçülen dünyamızda insanların bir biriyle teması ve taharri-i hakikat meyelanı, İslamofobi gibi önyargıları yıkacak ve var olan gerçek aşıya (Kur’ân’a) ulaşmalarını sağlayacaktı. Çaresizlik, bu aşıya sarılmaya insanlığı inşallah mecbur bırakacaktı.
HAŞİYE: Hutbe-i Şâmiye’de: “Eğer bu fecr-i kâzib de olsa 30-40 sene sonra fecr-i sadık çıkacak” denilmektedir. Üstad Nursî (ra) bu ihbarını hutbesine 1956’da ilâve etmiştir.
Hürriyetle İslâm güneşinin dünyayı aydınlatmasını engelleyen manilerin altıncı ve yedincisinde ise: “cemaat ve komitenin dehşetli istibdatlarının 30-40 sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile sû-i ahlâkın çirkin neticelerinin görülmesiyle bu iki mâni de zeval buluyor” demektedir. Bu kısmı da 1956’da ilâve ettiği farklı yerlerde düştüğü “45 sene evvel” kayıtlarından anlaşılmaktadır.
Bu iki ihbarın zahirine bakılsa 1956+30 veya 40=1986 veya 1996 yılları eder ki, bu ihbara mâsadak olma vasfı zayıftır. Demek 30-40’ın birleştirilerek alınması daha uygundur ki, 1956+(30+40 hicri yıl)=2024 eder. Bu bizim anladığımız mana olup, doğrusunu Allah bilir. (Bu mananın diğer gerekçeleri ve daha geniş izahı için “Kur’ân ve Hadislerden Çıkarılan İstikbale Dair İşaretler 2” yazımıza bakılabilir.)
Dipnotlar:
1- 12. Söz, 3. Esas.
2- 13. Söz, Leyle-i Kadirde ihtar edilen mesele.
3- 5. Şuâ, Tetimme olarak 1. Mesele.
4- Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/63.
5- Sünûhat, Rüyada bir hitabe.