Geçen yazımızda bir güzelin gölgesi, aslını çok az yansıtabildiği halde gölgeye nasıl da aşık olduğumuzdan bahsetmiştik.
Bir Cemîl-i Mutlak ki, hadisin tabiriyle “yetmiş bin hicap arkasında” 1 olduğu halde, O’ndaki güzelliğin kâinata düşen gölgesi bizi mest etmektedir. O’nu saklayan bu hicaplar nelerdir? Niçin konulmuştur? Bu hicapları kaldırmak mümkün müdür?
Süleyman Çelebi’nin:
“Ref olup (kaldırılıp) ol şaha yetmiş bin hicap (perde)
Nur-u tevhid açtı vechinden nikap (peçe)
Âşikâre gördü Rabbü’l-İzzeti
Âhirette öyle görür ümmeti.”
mısraları ne demektir?
Evvelâ, şunu belirtelim ki, Cenab-ı Hakk’ın Zatı hakkında tefekkür yasaklanmış, şuûnâtı 2 hakkında tefekkür ise tehlikeli bulunmuş ve sınırlandırılmıştır. Sıfat ve esmasını tefekküre gelince bu, teşvik ve emredilmiştir. 3
O halde biz de Cemîl-i Mutlakın Zatına değil, ama O’nun, perdelere yansıyan güzelliğine bakabilir, sonra da bu perdeleri aralayıp Cemâl-i İlâhîyi müşahede etmeye çalışabiliriz. Perdelere düşen gölgelerin güzelliğinden, ardındaki Cemal’in güzelliğini tefekkür edebiliriz. Her perdenin ötesi daha açık, daha nurlu ve daha lâtiftir.
Evet, Cenab-ı Hakk’ın zâtî güzelliği, şuûnatında tecellî eder. Şuûnatı, sıfâtında tecellî eder. Sıfatları esmâsında görünür. Güzel isimleri ise evâmirinde tezahür eder. (Haşiye 1) Her biri öncekinin bir nevi perdesidir. Nihayet O’nun emirleri, önce yedinci kat göğün üstünde olup Arşta ve Hz. İsrâfil’in gözleri önünde bulunan Levh-i Mahfûza yansır. Arş ve Levh, o nurla nurlanır ve güzelleşir. Levh-i Mahfûz, Allah ile melekleri arasında bir vasıta, bir perdedir. Allah Teâlâ bir şeyi yaratmayı dilediği zaman bu, levh-i mahfûz aracılığıyla Hz. İsrâfil’e (as) intikal eder ve gerçekleşmesi için Hz. Cibrîl’e emir verilir. 4 Bu emirler ondan ilgili meleklere ve âvanelerine iletilir. 5 (Haşiye 2)
Daha böyle nice nûranî perdelere şeref ve ziynet verdikten sonra melekûtiyet-i eşyaya ulaşan bu güzellik ve nur, burada zulmânî “esbap” perdesiyle setredilir. Onun üstüne üç boyuttan mamul “maddî ve ekvânî” bir perde daha konur. Bu da yetmez, en üste “kesret” zihni dağıtan bir başka perde olarak serilir. Öyle ki, kesret insan zihnini külliyet-i tecelliyatı ihatadan engeller, 6 onu cüz’îde hapseder. (Haşiye 3) Oysa bütünde var olan bir güzellik elbette parçada çok noksandır.
Evet O “Kâinatı acip bir tertiple tanzim etmiş. En küçük tabakat-ı mahlûkattan olan zerrattan, tâ semavata ve semavatın birinci tabakasından, tâ Arş-ı A’zama kadar birbiri üstünde teşkilât var.” 7
Her bir tabaka, bir tecelliyat aynası olduğu kadar aynı zamanda bir perde niteliğindedir. Böylece insan, binler perdeden ve tabakalardan geçirilip tabiri caizse çözünürlüğü düşürülen bir güzelliğin, kâinat aynasındaki yansısını, üstelik sadece bazı karelerini görmeye başlar.
Bunca perdelere rağmen yine de bu güzelliğin yansıması o kadar şiddetlidir ki, bu “şiddet-i zuhur” başlı başına farkındalığı körelten başka bir perde olur. Ne garip! Halbuki tam tersi olmalı, zuhuru şiddetli olan bir güzellik daha belirgin hale gelmeliydi. Ama bu “şiddet-i zuhur ve azamet-i kibriya” sınırsızlığı kavrama yeteneği zor olan insan için bir hicaba dönüşür. Evet, bütün zaman ve mekânları kaplayan bir güzelliğin fark edilmesi, göz önünde olsa bile, gerek “ülfet” sebebiyle, gerekse “adem-i zıddıyyet” sebebiyle, sanılanın aksine çok kolay değildir. “Yeknesaklık” algıyı köreltir. Bu yüzden Kur’ân “mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp” ardındaki harikalığı fark ettirmek için yüzlerce âyet sevk etmiştir. Bunlar gibi daha çok perdeler vardır. (Mühim hikmetler için verilen enaniyet ve yaratılan şer/kötülük ve benzeri gibi.)
İşte bütün bu hicaplar, Habib-i Ekreme (asm) Mi’raçta kaldırılmış, o bu tabakaları/perdeleri ve onlarda yansıyan güzellikleri görerek geçmiş ve en son bütün bu güzelliklerin kaynağı olan cemal-i İlâhîyi müşahede etmiştir. “Mi’raç, Allah Rasûlünün (asm) yetmiş bin perde tabir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef’al ve tabakât-ı mevcudatın arkasına kadar kat’-ı merâtibidir.” 8
Peki, perdeler bu kadar çok konulmasaydı neler olurdu? Mi’raçta Peygamberimize (asm) açılan bu perdeler biz ümmetine de açılabilir mi? Bunların cevaplarını da sonraki yazımızda arayalım inşallah!
HAŞİYE 1: Burada “Esmadan sonra ef’al gelmesi gerekmez miydi” denilebilir. Doğrudur. Ancak burada anlatılan, esmâ ile ef’al arasındaki detaydır. Sonuçta melekler de aslında İlâhî kudreti fizik âleme ulaştıran şuurlu ve muti’ iletkenler mesabesindedir denilebilir. Yani iş yapan ef’al, kudret-i İlâhiyedir. İzzet perde, saltanat ve haşmet-i Rubûbiyet de tezahür etmek istediklerinden perdeler ve vasıtalar kullanılmıştır. Yoksa O’nun umûmiyet-i rububiyeti muinsiz, şumûl-ü tasarrufatı şeriksizdir. “Umum envar ve bütün nuraniyat, (melekler dahil) O’nun envar-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zilâli” olabilir.
HAŞİYE 2: “Peygamberlik ve vahiy dönemi sona erdiğine göre vahiy getirmekle görevli olan Hz. Cibril (as) şimdi ne yapıyor” şeklindeki sorunun bir cevabı da budur. Hz. Cebrail’in (as) Dıhye sûretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, aynı zamanda huzur-u İlâhîde ve arş-ı azam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ettiği ve hesapsız başka yerlerde başka sûretlerde evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ettiğiyle ilgili bk. 16. Söz, 1. Şuâ; 28. Mektup, 2. Risale, 1. Meslek.
HAŞİYE 3: “Lâkin, Hâlıkın bütün masnûatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler kalkar, nûranîler kalır.” (Mesnevî-i Nûriye, 10. Risale.)
Dipnotlar:
1- “Cenab-ı Hak yetmiş bin hicap arkasındadır.” için bk. 16. Söz, 3. Şuâ; Gazâlî, İhya, I/1.
2- 30. Lem’a, 6. Nükte, 4. Şuâ; 24. Mektup, 1. Makam, 2. Remiz.
3- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/357-358, 449.
4- İbn Abbas’a atfedilen rivayetlere dayanan bu görüş Ehl-i Sünnet çoğunluğuna aittir. TDV İslâm Ans. “Levh-i Mahfuz.”
5- 28. Mektup, 2. Risale, 2. Meslek.
6- 16. Söz, 3. Şuâ; 24. Söz, 1. Dal.
7- 31. Söz, 2. Esas.
8- 31. Söz, 2. Esas.
Fotoğraf: MUSTAFA TUNA