Gördünüz mü STK’ları (sivil toplum örgütleri), cemaatler, dindarlar, gazeteciler, sanayiciler, çiftçiler, emeklileri hepsi büyük ümitler bağlayarak, beklentiler içine girerek “AKP, RTE!” diye tempo tutuyordu.
Biz ise; kurulmaya çalışıldığı 2000’lerden itibaren günümüze hep itiraz ede geldik? Çünkü, elimizde şöyle aldatmaz ölçüler, kprensipler stratejiler vardı: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede (insanlığın sosyal hayatında) bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata (yaratılış kanununa) muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.” (Lem’alar, s. 174.)
“Tevfik isterseniz, kavânin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız…” (Bediüzzaman, Hutbe-i Şâmiye, Enstitü/internet, s. 89.)
“Dünyada en büyük ahmak odur ki” müstebitlerden, “28 Şubat ve Perinçek zihniyetiyle” birlikte çalışanlardan hayırlı bir netice beklesin! Hayırlı icraatlar isteyenler, şuna da dikkat etmeli:
Nitekim, din dahil mukaddes bütün değerleri alet etmiş, dinin ve dindarlığın içini boşaltmış; kitlelere “din bu ise, dindarlık bu ise!..” dedirtmiş. Dinin, dindarlığın içini boşaltmak üzere kurgulanmış!
“Asıl, Şeriatın meslek-i hakikisi, hakikat-ı Meşrutiyet-i meşruadır. Demek Meşrutiyeti, delâil-i şer’iye (şeriatın delilleriyle) ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı Şeriat (şeriata aykırı) telâkki etmedim. Ve Şeriatı rüşvet vermedim. (Divan-ı Harb-i Örfî, Enstitü/internet, s. 22.)
Fakat, meşru (kanunun, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu, haklı, hukuki), hakikî meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman (ismine söz verip yemin) ettiğimden, istibdat (baskı, despotizm) ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası (parlamenter sistem, demokrasi elbisesi) giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 40.)
“Meşrûtiyet ile sû-i istimâlâtın ekser yolları münsed (setlenmiş, kapalı); istibdatta ise açık” olduğunu anlarlarsa (Bediüzzaman, Münazarat, Enstitü/internet, s. 39.),
“Reisleriniz malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler” hal-i rezilanesini görüp akıl ve mallarını kurtardıklarında (Tarihçe-i Hayat, s. 77-78.) kurtuluşa ereceklerdir. Ve illa enselerinde boza pişirilmeye devam edilecektir!