Allah’ın güzel isimlerinden biri de Nur. Kâinat bu ismin tecellîleriyle aydınlanıyor. Hem maddeten, hem manen.
Dünya kurulalı beri, Nur isminin tecellîsini de aksettiren güneşin pırıl pırıl ışıklarıyla aydınlanırken, bu ismin sahibi olan Zat-ı Zülcelal, insanların akıl ve kalblerini de elçileriyle gönderdiği İlahî mesajlarla nurlandırıyor.
Bu mesajların taşıyıcısı olan Peygamberlerin her biri birer manevî güneş gibi, kavimlerinin ufkunu aydınlattı. Son Peygamber ise tüm insanlığa hitap eden bir hidayet rehberi olarak 14 asrı aşkındır nurunu neşre devam ediyor.
Bu da, Peygamberimizin en büyük mu’cizesi olan Kur’an’la gerçekleşiyor. Ve zaman ihtiyarladıkça kendisi gençleşen bu sonsuz mu’cize, nazil olduğu günden bu tarafa milyarlarca insanın dünyasını da, ahiretini de aydınlatıyor.
Nur, Kur’an’da çok zikredilen esmadan biri. Kur’an, “kâfirler istemese de,” Allah’ın nurunu tamamlayacağını, altını çizerek vurguluyor.
Ancak, imtihan dünyası olan bu âlemde, bu nuru söndürmek için uğraşanlar da hiç eksik olmadı. Bu yöndeki gayretlerin zaman zaman “başarı”ya ulaşmış gibi göründüğü ve o nurun üzerine perde çekildiği dönemler de oldu.
Ama böyle zamanlarda, yine Cenab-ı Hakkın tavzifiyle gönderilen ve hadiste “Peygamber vârisleri” olarak nitelenen mücedditler gelip, dinin hakikat ve asliyetini izhar, dine karıştırılmak istenen bâtıl fikirleri iptal, dine vaki tecavüzleri red ve imha ve ilâhî ahkâmın üstünlüğünü ilân ettiler. Bunu, “ruh-u aslî”yi rencide etmeden, yeni izah tarzları ve zamanın anlayışına uygun yeni ikna usulleriyle yaptılar.
Bu mücedditler silsilesinin en son halkası olan Bediüzzaman, “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir manevî güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim” meydan okuyuşuyla hizmet meydanına atıldı.
“İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz” diyerek bu seslenişini perçinledi ve Âkif’in “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” beytiyle dile getirdiği hasrete cevap veren eserleri, Kur’an güneşini çağın idrakine yansıtan bir ayna oldu.
Said Nursî, mücedditlik vazifesinde selefi olan Mevlânâ Halid ile talebelerinin bir asır önce yaptığı hizmeti anlatırken, İslâm âleminin parlak nuruna o zaman çekilmek istenen bulut perdesinin ve getirdiği karanlıkların, o hizmetler neticesinde dağıldığını ifade ediyor.
Ve bir sonraki asırda aynı misyonun Nur Talebeleri tarafından üstlenileceğini yazıyor.
Öyle de oldu. Risale-i Nur hizmetleri geçen yüzyıldan bu yana karanlıkları dağıtarak ufukları aydınlattı ve aydınlatmaya devam ediyor.