Üç aylık fikir dergisi Köprü’nün 2014 Kış sayısı, manevî kışın Türkiye’yi kuşattığı bir sırada, demokrasi ve hürriyet baharlarını yaşayan Avrupa’da elimize geçti. Anayurtla Avrupa arasındaki ulaşım köprüsüyle, fikrî ve manevî irtibat sayesinde cemalini gördüğümüz dergide neler yok ki..
Şöyle bir bakmak ve gözden geçirmek niyetiyle elinize aldığınızda, sadece kapağını süsleyen “demokratlık” ve onu kuşatan kelimeler bile, ruhunuzdaki iman ve hürriyetle buluşarak, düşünce ikliminize ılık meltemler estiriyor.
Din ve vicdan hürriyeti, çoğulculuk, insan hakları, doğruluk, dürüstlük, kendine saygı, hoşgörü, ahlâk, fazilet, eşitlik, adalet, hürriyet, hak, hakkaniyet, meşveret, vicdan, yardımseverlik, barış, hukukun üstünlüğü..
Bu kavramlar, kar altından başını çıkarmış kar çiçekleri gibi, mâna ve fikir dolu derginin kapağını süslüyor..
Derginin isminin; demokrasi, insan hakları, hürriyet, vicdan, hak, hukuk gibi değerlere “köprü”lük yapan fikriyatıyla bağdaştığı aşikârdır. Hatırlıyorum, ilk sayılarında Köprü isminin üstünde küçük puntularla “ilme, irfana, ümrana” yazılıydı. Muhtevası da ona göre olur, şiir ve edebiyata da yer verilirdi.
Sonraları tam bir fikir dergisi olarak, Risale-i Nur’da tavanını bulan içtimaî ve siyasî fikriyatımızın akademik seviyedeki yorumlarıyla yol almaya ve köprüler te’sis etmeye yöneldi. Hakkı da vardı. Zira bu alandaki boşluklar, tahribatlar, tezatlar git gide akıl almaz sinsiliklerle ve türlü türlü renklerle, hakikatın ruhunu rencide edecek boyutlara büründü.
Üstad Said Nursî’nin, bir asır önce beyan ettiği gibi, bazı ünvanların kendi zıtlarının sadece kılıfı olduğu hakikatı, bugünlerde daha bariz bir surette sırıtır hale geldi.
“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş. Hıyanet, hamiyet libasını giymiş. Cihada, bağî (isyan) ismi takılmış. Esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad (zıtlar), suretlerini mübadele etmiş.” 1
İçinde zıtlarını barındıran böylesi sahte ünvanları, biz hep resmî ideolojide, Kemalizm’in Jakoben kadrolarında ararken; öyle bir dönem geldi ki, milletin reyleriyle iş başına gelen “meşrû” bir hükûmetin elinde en vurucu ve susturucu tehditler şeklinde tezahür etti. Şimdi; kanun kılıfına, tedbir kılıfına, tasfiye ve ayıklanma kılıflarına büründürülen susturucu vuruşların canhıraş sesleri geliyor.
Manzarayı Avrupa’dan, AB ülkelerinden seyreden kalem erbabına da, galiba hürriyet ve demokrasinin edebiyatını yapmak kalıyor. Nitekim, hürriyet âşığı Namık Kemal de, inandığı gerçekleri bir zamanlar ancak “Rüya” adlı makalesinde, rüyada görüyormuş gibi anlatabilmişti.
Tarihî eserler arasında köprülerin önemli bir yeri vardır. Savaş ve barış ortamlarında köprülerin rolü büyük olmuştur. Savaşı kazandıran veya kaybettiren bir çok köprüler, tarihî savaş filmlerinin en heyecanlı sahnelerine malzeme olmuşlardır.
Bizim, Risale-i Nur’dan ahzederek ve Bediüzzaman’a iktidaen inşasına çalıştığımız köprüleri, günübirlik siyasî çalkantıların zebunu olanlar, varsınlar görmezlikten gelsinler, bu köprülerin üstünden geçmeye varsınlar tenezzül etmesinler!. Bir gün, bu fikir köprülerinin nasıl AB ülkeleri arasındaki köprülere, nasıl İslâm ülkeleri arasındaki köprülere dönüştüğünü onlar da göreceklerdir. O zaman da köprülerin altından çok sular geçmiş olacaktır.
Hırçın ve saldırgan politikalarla, mü’min ve muvahhid insanların en güzel duygularına giden köprüleri attıktan sonra, ayaklar altına serilen köprülerin ne kıymeti kalır ki? İnsanları birbiriyle buluşturmaya, vasıta olan maddî ve fani köprüler, insanların kaçışını sağlamaya yarar hale gelmez mi? Büyüme ve canlanma uğruna, büyük ülkelerle yarışma adına “çılgın projeler” üretenler, acaba aynı zamanda insanları çılgınlaştırma gibi bir misyonu da mı üstlendiler?
Dipnot:
1- Mektûbat-Hakikat Çekirdekleri, No: 35.