"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman farkı

Şemseddin ÇAKIR
12 Temmuz 2019, Cuma
Cumhuriyetin başında; ulemanın bile Allah (cc) diyemediği dönemde, Bediüzzaman, Allah’ın (cc) bütün isim ve sıfatlarını en bedihi deliller ve bürhanlarla anlatan, tarihin beşerin emsalini kaydetmediği bir şaheser, tefsir külliyatını telif etmiştir.

Bu eserler öyle önemli ve dikkate şayan, bir mesele ve mesajdır ki, bunu ancak hidayetten nasibi olanlar anlar. Çünkü bu eserler aynı zamanda vehbi bir ilimle yazılmıştır.  Allah bütün düşmanlara karşı, başta devletçiler olmasına rağmen Bediüzzaman’ı muvaffak etmiştir.

1932’de Ezanı Türkçeye çeviren zihniyet Kur’ân-ı Kerîm’i de, Türkçeye çevirerek tahrip etmek istemiş. Bediüzzaman; Kur’ân-ı Kerîm’in kırk cihedden mu’cize olduğunu, böyle bir kitabın tercümesinin mümkün olmadığını isbat ederek, idareyi ikaz edip vazgeçirmiştir. Diğerleri  değil bu gibi meselelerle ilgilenmek, kelleyi kurtarma derdine düşmüşler, bir kısmı da Bediüzzaman ve talebelerine cephe alarak onları korkutmaya çalışmışlardır. Bediüzzaman, hiçbir zaman kelle telâşına düşmemiş bilâkis  “Aşinayız biğanedir bize endişe-i mevt, adlü-Hak uğruna nezreylemişiz canımızı“ diyen bir serdengeçti olarak tek başına dâvâyı takip ederek 1950’de Ezan-ı Muhammediyenin aslına çevrilmesine vesile olmuştur. 

Bediüzzaman 28. mektup yedinci meselenin yedinci sebebinde; “Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir (ehl-i taklittir) ki hakikate nüfuz etsin ve hakikati, hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen makbul ve mutemet insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hatta kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın elinde zayıf görür ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir adamın elinde görse kıymettar telâkki eder” demiştir. Yani halk gördüğüne inanır ve Bediüzzaman’ı perdelemek için elden gelen bütün paravanlar seferber edilmiştir. İftiralar, sürgünler, mahkemeler, idam sehpaları ve zehirlemelerle onu susturmak istemişlerdir. Böylece yine tarihte emsali olmayan bir şekilde Bediüzzaman mahkûmken bile hükmetmiş ve bütün muarızlarını dize getirmiştir.

Bediüzzaman’ın ekser hayatı zindan ve sürgünlerde geçmiş olmasına rağmen hiçbir güç o zatı hak yoldan engelleyememiştir. İmanın temellerinin Türkiye’de sarsıldığını görmüş, yine burada yerine oturacağını ifade ederek,  “imanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var.” demiştir.

 Bediüzzaman “Musîbetin enva-ı bana musıkînin nameleri gibi gelir” tehditlere baş eğmemiş ve hasımlarını pes ettirmiştir. Bu mücadelenin emsali yoktur.

Bediüzzaman, ulemaissu gibi, devletçilik adına iman esaslarından taviz vermeden mücadelesine devam etmiştir. Çünkü onlar idbar korkusu ile ikbal uşaklığı yapıp, dini dünyaya feda etmişlerdir.     

Bu gerçeği ifade eden diğer bir vakıa, 1923’le 1950 arasında Bediüzzaman’dan başka hiç kimsenin dinî eser yazamamış olmasıdır. Sadece Elmalı tefsiri müstesna. Ona da namazların Türkçe kılınması için böyle bir meal yazma görevi verilmiştir. 

Bunu şu bilgiye dayanarak söylüyorum. Ben İstanbul Yüksek İslâm Entitüsü’nde okurken (sonra Marmara İlahiyat oldu)  merhum kelâm hocamız Bekir Topaloğlu bize 1900’den 1950’ye kadar çıkan dinî eserlerin listesini çıkarma görevi vermişti. Bu tesbitle ortaya çıkan gerçek ise şu oldu; 1923’le 1950 arası din hakkında sadece Bediüzzaman’ın Risale-i Nurlar’ı vardı. Bu da bir Bediüzzaman farkı değil mi?

Bir de M. Âkif’e Kur’ân’ı tercüme etmesi görevi verilmiş, ta namazlarda okunsun diye. O da bu vebalden korktuğu için ancak yurt dışına (Mısır’a) kaçarak rejimin hışmından kurtarabilmiştir. Bediüzzaman’a ise ne emredebilmişler ve ne de Türkiye’den kaçırabilmişler. 

Efendimiz’e (asm) hutbe esnasında  Deccalın Mekke ve Medine’ye ayak basamayacağı ve hatta korkusunun bile bu mukaddes beldelere ulaşamayacağı müjdelenince oralar “Belde-i emin” ilân edilmiştir. Ondan sonra memleketlerinde dini için hayatî tehlike geçirenlerin Kâbe’ye sığınması  âdet haline gelmiş ve hatta İmam-ı Azam bile Abbâsilerin baskısına dayanamayıp 6 yıl kadar Kâbe’de kaldığı rivayet edilir. B. Zaman’a da yapılıp; “Sana Türkiye’de rahat vermiyorlar, Mekke’ye gel” denince “Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var” diyerek bu teklifi reddetmiştir.  Bediüzzaman’ın “üç şey var ki elimde değil” demesi de O’nun farkını gösterir. 

Bu üç şeyi şöyle sıralar: “Harama bakmamak, unutmamak ve korku nedir bilmemek.”

Darü’l-Hikmeti’l İslâmiyede de,  gayri müslimlerce sorulan sorulara cevap veren yine tek başına Bediüzzamandır. Japon başkomutanının Deccalla ilgili sorularına cevap vermesi de Bediüzzaman farkını gösterir.

Divan-Harb-i Örfî’de, en cebbar mahkeme heyeti karşısında, “sen de şeriat istemişsin” sualine karşı, “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir” diyerek cevap vermesi de, bir Bediüzzaman farkıdır.

Okunma Sayısı: 3100
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı