Esas konuya girmeden önce, “kapitalist Marksist veya Marksist kapitalist “ tabiri üzerinde kısaca durmak istiyorum.
Emek ve sermaye çatışmasını ilke edinmiş Marksist veya enternasyonal sosyalistlerin 1870’li Paris kalkışmasından ta 1917 St. Petersburg ihtilâline ve daha sonra Berlin’de farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkan kalkışmalara kadar olayların arka cihetlerini tahlil ettiğimizde, genellikle sermayenin varlığıyla karşılaşıyoruz.
Hadiselerdeki rolü ve ihtilâllerle ilişkisinin araştırılması Antisemitizm kanunuyla neredeyse yasaklanmış “meşhur sermayedarların” iki yüz sene boyunca bilhassa Kuzey Avrupa’daki mahiyet ve misyonları karartılınca, efkâr-ı amme “körlerin fili tarifi” yanlışlarıyla dolup taşıyor. Bazı Avrupalı araştırmacıların son zamanlarda dillendirdikleri 1917 Ekim ihtilâli ve Batılı kapitalistler meselesi karartılmış izbeye azıcık ışık sunsa da, maalesef hakikat hâlâ görünmüyor.
Daha açıkça ifade edelim. Ekim ihtilâlini Rothshild mi yaptı, yoksa bütün irade o günkü Bolşevik liderlerde miydi? Bu ihtilâlde İngiliz hükümeti ile dünya bankacılığının ve FED kurucusu Rothshild arasındaki anlaşmalar acaba ne zaman gün yüzüne çıkacak? Sermayenin tetikçileri olan Lenin, Troçki ve iki yüze yakın arkadaşlarını Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde ihya eden paralar nereden geliyordu ve patronun hedefi ile tetikçilerin hedefleri tenasüp içinde nasıl ilerliyordu İnternational Sosyalizm çerçevesinde… Yakılmış ve yıkılmış Rusya ve ordusunu Rothshild ve yoldaşlarından başkası mı tekrar ayağa kaldıracaktı… Koca Kızılorduyu Troçki yalnız başına mı inşa etmişti…
Sermayeye yeni Sovyetlerin petrol yataklarını Lenin neden Rothshild’e takdim etmişti… Yani bu meşhur komünist ihtilâlini Marksistler mi yapmıştı, yoksa sermayedar olan Rothshild mi…
Biraz daha zamanımıza yaklaşalım. Afrika’da, Latin Amerika’da ve hatta Arap Yarımadası’nda oluşturulan Marksist hareket ve diktatörlüklerin meşhur kapitalistlerce ortaya çıkarıldığını kim inkâr edecek ki… Manalarıyla tamamen zıt olan “halk hareketi, demokratik hareket veya cumhuriyet” kelimelerinin arkasındaki en dehşetli ve insanlığın yüz karası istibdadı kim inkâr edebilecek ki…
Bu mevzuya bizi sevk eden saik; Alman medyasından Stefan Buchen ile Karaman Yavuz’un 26 Ekim 2019’da, Amerikalı general Raymond Thomas ile alâkalı yaptıkları çalışmadır. Amerika’nın Colorado şehrinde Aspen Enstitüsü’nde askerî dış politikası ve Suriye savaşı hakkında bilgi veren komutan, Riyon Dillon’a (Ortadoğu Amerikan Birlikleri sözcüsü) dayandırarak, buradaki Amerikan-Marksist PKK ittifakının başarılarını anlatıyor. Suriye’de bulunmak, bölge petrolünü kontrol etmek ve sahada aktif hareket için SDF ile yaptıkları ittifakın Amerikan ordusuna ne kadar yarar sağladığını söylüyor. IŞİD’i sahadan kovarken Kürtler binlerce gerillasını kaybettikleri halde, Amerikan ordusu yalnızca iki kayıp vermişti. Böyle Amerikan ordusunu koruyan bir başka unsur gösterebilir miydi?
Neoconların IŞİD ile mücadele perdesi altında Kürtlere bir buçuk milyar dolar tahsisat ayırdıklarını da Dillon itiraf ediyor.
Aynı çalışma içinde, Amerika’nın bu Marksist örgütün (onlar firma diyorlar) ismini “demokratik Suriye kuvvetleri” olarak değiştirdiklerini de söylüyor. Amerikalı askerlerin bu “demokratik “ kelimesine hayli güldükleri de yazıda geçiyor. Hem Amerikan basını ve hem de birçok Avrupa’lı gazeteci, Kürtlerle PKK’nın farklı unsurlar olduklarını yazmaya başladılar. Ekseriyeti Arap olan Rakka’yı ele geçiren PKKlılar, şehre ilk girişlerinde Öcalan’ın ve Marksistlerin simgelerini şehrin her tarafına astıklarını söylüyor Buchen…
Hadisenin Avrupa’daki ayağından örnekler veren gazeteciler, Almanya Sol’un içinde yer alan Martin Dolzer’in Rojava ile dayanışmasını anlatırken, buradaki insanların itiraflarını da kaydetmiş. 21 Ekimdeki bir gösteride, buradaki komünistler “emperyalistlere” açıkça teşekkür ediyorlar. Zira o emperyalistler olmasaydı, Rojava yabancı unsurlardan temizlenemezdi diyorlar.
Yine şu itiraf da, söz konusu PKK organizasyonuna katılan Alman solcularına ait. “Emperyalist ve Kapitalist dünya gücü, Marksist ideallere sahip organizasyonlarla işbirliği yapıyor. Bunu tebrik etmemiz lâzım…”
Daha ilginç bir kapitalist ve Marksist dayanışması örneği daha verelim. Bu defa içerden. Son zamanlarda PKK’yı “laik yapısı” cihetiyle Suriye’de destekleyen bazı kapital taraftarı yazar ve aydınların beyanı, zihnimize yeni bir pencere açtı. Müslüman Suriye, Irak ve diğer Arap ülkelerini İslâmî inanç, gelenek ve kültürden uzaklaştırma yolunda PKK gibi örgütlere olan ihtiyacı zikrettiler. Bu tedai ile, AKP‘nin geçmiş senelerde Doğu’da aile, kültür ve inancımızı yıpratmak üzere Batılı STK’lara göz yumduğu çalışmalara hayalim kaydı. İçişleri Bakanımızın, İmamoğlu’nun bazı adaletsizlikleri Avrupa kamuoyuna anlatmasına çok kızdığını yine medyadan okudum. Uluslar arası hukukta kendimizi savunamayacağımız adaletsizliklerimizi PKK terörü bahanesiyle örtmek, devlet geleneğine aykırı olmalı. Sayın Soylu, AKP‘nin onyedi senelik icraatını, Suriye savaşının ilk zamanlarını ve partisinin Kürt politikasını dikkatlice inceleseydi, toplum içinde kendisini mahcup edecek realitelerle karşı karşıya kalmazdı, diye düşünüyorum. Hakikî siyasetçi konuşurken, her an arşivlerle yüzleşeceğini düşünerek konuşmalı değil mi… Hem PKK terörünün, hem IŞİD’in, hem Arap Baharı faciasının müsebbipleri ortada iken, efkâr-ı ammeyi manipüle etmeye gerek var mı?