Salih Sütçüoğlu. “Sevad-ı azam nasıl bir ölçüdür? Hangi meselelerde uyulur? Siyasette uyulur mu?”
EKSERİYET-İ MASUM
Sevad, Arapça’da kök itibariyle “sevvede” fiiline bağlı bir isimdir. “Kararttı, karaladı, yazdı, cesur oldu, başkan yaptı. 1 Müsevvid, karalamasını yazan; müsvedde, karalama yazılan yazı demektir ve aynı köktendir. Esved, kara ve siyah demektir; ‘esved’in çoğulu sûd ve sûdan ise siyahlar demektir. Sevda esmer manasındadır. “Sevad” ise aynı kökten gelen bir isim olarak “karartı” demektir.
Sevad-ı azam, kelime manası itibariyle “büyük karartı” demektir. Mecazi olarak ise, “tek vücutmuş gibi davranan büyük halk karartısı”, tanıdık bir ifadeyle ise, “milletin kahir ekseriyeti” anlamında kullanılmıştır. Üstad Bediüzzaman’ın dilinde sevad-ı azam, “ekseriyet-i masum” demektir. 2
Sevad-ı azam kavramını ilk kullanan Peygamber Efendimiz’dir (asm) “Aleyküm bi’s-sevâdi’l-âzam!” yani (Size sevad-ı azam üzere olmak yakışır!) 3 buyurmuştur.
Fakat sevad-ı azamın sınırı ölçüsü vardır elbet. Siyasî tercihte sevad-ı azam olmaz meselâ. Siyasî tercihte ölçüler vardır. Herkes değer verdiği, muhkem saydığı ölçülerine göre tercihini yapar. Yoksa “dur; millet bir versin, bir bakayım; ona göre tercihimi yapayım” denmez. Bu ölçüsüzlük olur.
Yeni Asya camiasının bu konuda muhkem ölçüsü meşverettir. Meşveret görüşü, şahsî görüşe göre çok daha muhkem ve metindir. Ahiret noktasında da mesuliyetsizdir.
BUNU HALK İÇİYOR MU?
Sevad-ı azamı saptırmaya hiç gerek yok! Bu, ne kadar büyük olursan ol, halktan birisi gibi yaşayabilmektir. Fazilet olan da budur.
Halife Ömer (ra) sofra açmıştı. Utbe çıkageldi. Hazret-i Ömer (ra):
“Buyur ya Utbe!” diyerek onu sofraya dâvet etti.
Utbe, hemen diz çökerek sofraya kuruldu. Fakat ekmeği kuru ve sert bulmuştu.
“Halife’nin sofrasında ekmek kupkuru ha! Ya Ömer bunun tazesi yok mu?” dedi.
Hazret-i Ömer (ra):
“Utbe!” dedi, “Müslümanlar bugün ekmek bulabiliyorlar mı ki, Ömer sofrasına tazesini koysun? Ömer sevad-ı azama tabidir. Halk ne zaman taze ekmek bulur, Ömer o zaman sofrasına taze ekmek koyar!”
Hz. Ömer (ra) kendisine bal şerbeti ikram edenlere:
“Bunu halk içiyor mu?” diye sorar,
“Hayır ya Ömer! Bu size özel hazırlanmıştır” denilince içmez ve “ben halkımdan birisiyim! Onlardan farklı yaşayamam!” diye çıkışırdı.
Keza babası Ömer evine misafir olunca, Hafsa sofraya iki çeşit yemek koymuştu.
Hazret-i Ömer (ra) dedi ki:
“Birini kaldır kızım! İnsanların sofrasında bugün iki çeşit yemek yok.” dedi.
BU MİLLET MALIDIR
Bediüzzaman Said Nursî’nin biraderzadesi merhum Abdurrahman anlatıyor:
“1334 Senesinde esaretten geldikten sonra, amcam, rızası olmadan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, bir müddet mezunen vazifeye gidemedi. Çok defa istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat dostları bırakmadılar.
Bunun üzerine Darü’l-Hikmete devama başladı. Haline dikkat ediyordum ki; zarûretten fazla kendine masraf yapmıyordu. Maîşetçe neden bu kadar muktesid yaşıyorsun diyenlere cevaben, “Ben sevad-ı azama tabî olmak isterim. Sevad-ı azam ise, bu kadar tedarik edebilir. Ben, ekalliyet-i müsrifeye tabî olmak istemem” demişlerdir.
Darü’l-Hikmet’ten aldığı maaştan miktar-ı zarûreti ayırdıktan sonra, mütebakîsini bana vererek, “Hıfz et!” derdi. Ben de, bir sene zarfındaki fazla kalmış paraları amcamın bana olan şefkatine, hem malı istihkar etmesine îtimaden, haberi olmadan tamamen sarf ettim. Sonra bana dedi ki: “Bu para bize helâl değildi, millet malı idi; niçin sarf ettin? Mademki öyledir, ben de seni vekilharçlıktan azl ile kendimi nasb ettim.”
Bir müddet aradan geçti... Hakaikten on iki telifatını tab ettirmek kalbine geldi. Maaştan toplanan paraları, o telifatların tab’ına verdi. Yalnız bir-iki küçüğü müstesna olmak üzere, diğerlerini etrafa meccanen dağıttı. Niçin sattırmadığını sual ettim.
Dedi ki: “Maaştan bana kût-u lâyemut caizdir; fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum.” 4
Dipnotlar:
1- Yeni Kamus, s. 197. 2- Sözler, s. 665. 3- Aliyyu’l-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, 1:1030; Mecmau’z-Zevaid, 5:218. 4- Tarihçe-i Hayat, s. 109.