Basından Seçmeler |
İsrail’e tepki göstermek faşistlikse…
“Türkiye-Suriye sınırında mayınlardan temizlenecek toprakların 44 yıllığına İsrail’e verilmesi doğru olmaz” demekle “Ermenilere ölüm!” yahut “Rumlar dışarı!” demek aynı şey midir? Başbakan Erdoğan’ın AK Parti Düzce İl Kongresi’nde yaptığı konuşmadan böyle bir sonuç çıkıyor! Erdoğan, Suriye sınırında İsraillilerin fink atmasına muhalefet etmenin ancak faşistlikle izah edilebileceği görüşünde olmalı ki, şöyle konuştu: “Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi… Suriye bunu yaptı, biz de yapalım istedik. 210 bin dönüm bir organik tarım yapabileceğimiz alan kazanalım. Hemen yakıştırmalar başladı: ‘Siz burayı İsrail’e peşkeş çekeceksiniz!’ On yıllardır ne söylendiyse bu zihniyet hâlâ aynı yerde… Bu ülkenin vatan toprakları üzerinde yatırım yapan küresel sermaye ‘şu dinden bu dinden geldi’ diye ‘eyvah Türkiye elden gidiyor’ demek bu kadar kolay mı?... Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Düşünmek lazım. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi… Paranın dini, ırkı olmaz… Adam burada yatırım yapacak… Burada Ahmet-Mehmet çalışacak…” Başbakan’ın bu bağlantıları nasıl kurduğunu anlayamıyorum. Yabancı sermayeye kategorik olarak karşı çıkanları eleştirmesinde bir fevkaladelik yok; ama, Ortadoğu’da fitnenin başı olan İsrail’in Türkiye-Suriye sınırı gibi kritik bir bölgede fink atmasına karşı çıkmayı sıradan bir yabancı sermaye düşmanlığı gibi görmesi/göstermesi çok acayip. Farklı dinlere ve etnik kimliklere tahammülsüzlükle kurduğu irtibat ondan da acayip. İsrail’e tepki göstermek faşistlikse, Başbakan Erdoğan Davos’ta faşistin önde gideni olmuştur! Cumartesi günü de yazdık: Emekli bir Alman’ın Çeşme’de ev almasıyla İsraillilerin Türkiye-Suriye sınırında fink atmaları aynı şey değil! Yabancı bir firmaya Çemişkezek’te fabrika kurdurmakla yabancıların (hele İsraillilerin) Türkiye-Suriye sınırına yerleşmelerine izin vermek aynı şey değil! Hele, yayılmacı Siyonist rejime tepki duymakla “şu dinden bu dinden geldi” diye insanların hukukunu yok saymak hiç aynı şey değil! İsraillilerin, Türkiye-Suriye sınırındaki “organik tarım”ı fitne-fesat operasyonlarına alet etmekten geri durmayacaklarını, en azından askeri istihbarat faaliyetlerinde bulunacaklarını hepimiz biliyoruz. Biliyor olmalıyız! - İyi ama o arazinin İsraillilere verileceği kesin değil ki… Olabilir; ama Başbakanımız ‘İsraillilere verilmesinde ne mahzur var? Buna ancak faşistler karşı çıkabilir’ demeye getiriyor. Demeye getirmiyor, düpedüz öyle diyor. Biz de Başbakan’ın ve genel olarak iktidar partisinin bu duruşuna bakarak konuşuyoruz. Kaldı ki, o arazinin İsrail değil ABD veya İngiltere’ye verilmesine de karşı çıkarız. Hele, “Mayınlı arazinin TSK tarafından temizlenmesi imkânsız, zaten milyarlarca doları bulan maliyeti de kaldıramayız” gibi çok su götürür mazeretlerle verilmesine hiç tahammül edemeyiz! İsrail’in bu stratejik bölgeye konuşlanmak istediğini savunan eski Kilis Valisi Aslan Kütükçü diyor ki: “(2005’te) Yabancı firmalar 638 bin mayını temizlemek için 875 milyon dolar istemişler, fiyatı 300 milyon dolara kadar düşürmüşler. Kilis’teki mayınlı bölgenin temizlenmesi için proje hazırlattım. Almanya’dan uzman firmaları davet ettik. 28 milyon dolara temizlenecekti... Ancak kabul görmedi. Şu anda fiyatı bilmiyorum, ama katrilyonlardan bahsediliyor. Bu firmaların abartılı fiyatlarıdır. Maliyetin arttığı söylenerek 49 yıllık kiralama süresinin 99 yıla çıkarılması gibi bir oyun var…” (Hürriyet, 24 Mayıs 2009) Aslan Kütükçü’nün, “Türk Silahlı Kuvvetleri bu işi yapamaz” iddiasına da itirazı var: “Daha önce Nusaybin ve Kırklarekli’ndeki mayınlı bölgeyi TSK kendi imkânları ile temizledi. Burası neden temizlenemiyor?” Genelkurmay Başkanlığı “teçhizat ve özel eğitilmiş uzman personel yetersizliği” diye açıklama yaptı, ama yetersizliğin sebebi hakkında bir şey söylemedi. Suriye sınırının mayınlardan temizlenmesi 1992’den beri gündemde; gerekli teçhizat bugüne kadar niye alınmadı veya imal edilmedi? Gerekli uzman personel bugüne kadar niye yetiştirilmedi? Bilhassa 28 Şubat’çılara, Sarıkız’cılara, 27 Nisan’çılara sormak isterim: Hükümetlerin kuyusunu kazmaya, İmam-Hatip’lilerin önünü kesmeye, başörtülülerin ümüğünü sıkmaya, sakallı kebapçıları fişlemeye harcadığınız eforun yüzde birini o mayınlardan kurtulmaya harcadınız mı? Hasıl-ı kelam: Hem hükümetin hem de Genelkurmay’ın açıklamaları maşeri vicdanı rahatlatmaktan uzak. * * * NOT: Başbakanımız sınırdaki mayınları temizleme konusunda “Suriye bunu yaptı, biz de yapalım istedik” deyince aklıma geldi: Madem Türkiye’nin yapamadığı bu işi Suriye yapabiliyor, öyleyse ihaleyi Suriye’ye verelim! Hakan Albayrak Yeni Şafak, 25.5.2009 |
26.05.2009 |
Ergenekon ve Ankara-Kayseri hattı
Son günlerdeki gelişmeleri daha derli toplu ve bir büyük resim olarak görmeye çalışınca ortaya ne çıkıyor? Bir inisiyatif kayması. 22 Temmuz 2007 yılındaki genel seçimlerde yüzde 47 oy almış... Parlamento çoğunluğunu tek başına ele geçirmiş... Hükümeti kurmuş... Kendi üyelerinden birini cumhurbaşkanı seçtirtmiş bir iktidar varlığı görünmüyor. Tam tersine cumhurbaşkanından DTP milletvekillerine kadar herkese aba altından sopa göstermeye... Ergenekon’u ‘usul hatalarının yarattığı bir illüzyon ve boş bir yalan’ olarak kabul ettirmeye... Büyük bir siyasal koalisyon yaratmaya... Çalışan bir huruç hareketi gözleniyor. İnisiyatif kayması dediğim de bu zaten. * * * Peki, bu nasıl oluyor? AK Parti olayları sistemli bir bütün içinde değerlendiremeyecek kadar pratik bir parti. Satranç oyununda hamle yaparken oyunun tümüne bakma ihtiyacı duymuyor. Duysa ve bunu yapabilecek olsa bile bu kadar ilkeli, tutarlı ve bütünsel de olmak istemiyor. Doğruları da pratik bir ruh taşıyor, yanlışları da... Örneğin, ‘sivil anayasa’ yerine ‘başörtüsü’nde karar kılması ve partinin kapanma noktasına kadar gelmesi de bu yüzden değil mi? Dolayısıyla kapanmayıp, hareket edemeyecek kadar hırpalanması da... * * * Ankara’nın statükosuna... Ankara’nın Türkiye’yi 1930 yılında tutma direncine karşı... Kimi siyasal mevzileri ele geçirme taktiği ile bir değişim üstünlüğü sağlanamaz. Böyle bir strateji başarılı da olamaz, kalıcı da, sağlıklı da... Seçimi kazanırsınız... Çoğunluğu sağlarsınız... Hükümeti kurarsınız... Cumhurbaşkanı’nı seçtirirsiniz ama işler gene de yürümez. Çünkü Ankara’ya karşı ‘Türkiye’yi dünyalaştırmak’, ancak yeryüzü ile sistemli bir koalisyona girerek olabilir. Ankara zihniyetine dayalı bir Ankara oyunu ile Ankara’da ‘egemen’ olunamaz. Her seferinde karşınıza başka bir güç çıkar. Kimi zaman bürokrasi, kimi zaman hukuksal sistem, kimi zaman askeriye... * * * AK Parti, ilk dönemin ilk üç yılında AB zihniyeti ile kol kola Türkiye’yi dünyalaştırıyordu... Hem kimse kılına dokunamadı, hem de oyu arttı. Yaklaşan genel seçimler nedeniyle bu iradeden vazgeçti ve buna ilaveten bir de ‘başörtüsü hatası’ yaparak, inisiyatif kaymasına olanak sağladı. Neyse ki bunu görenler iktidarın içinde de, dışında da, toplumda da çoğalıyor. Üstelik Anadolu da aynı talebi seslendirmeye başlıyor... * * * Anadolu’nun en cevval... Ve parasını dünyadan kazanan üretken kenti Kayseri’nin Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak’ın önceki günkü oda binasında düzenlenen meslek komiteleri toplantısı açılışında yaptığı konuşma gözünüze çarptı mı? Mustafa Boydak konuşmasına Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğu tespitiyle başlıyor: ‘Türkiye bir yol ayrımında. Ya bu süreci güzel yöneterek dünyanın en büyük ekonomileri arasına girecek, ya da üçüncü dünya ülkeleri arasına geri dönecek’... Dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmek için ne yapmalıyız? Boydak’ın ‘Ankara’nın duyması’ gereken çözüm önerisi şöyle: ‘Avrupa Birliği’ne giriş hedefinden sapma olmamalıdır. AB’ye giriş politikası, Türkiye’nin gelişim hedefinin en önemli ayağı olduğu için bu yolda reformların kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum.’ Boydak Grubu’nun küresel krize karşı ihmal edilemeyecek bir şekilde büyüdüğü de düşünülürse, önerisindeki isabet daha da önem kazanacaktır. * * * Ankara’nın statükocu direncine karşı, AB istikametinde bütünsel bir devrimci anlayış benimsenmediği için işler tıkandı. Üstelik... ‘Kürt Sorunu’ demokratik bir şekilde çözülemez ise Ergenekoncu eski iradenin kalkışma hızı daha da artacak... Bu anlamda, bizim ve yeryüzünün elini rahatlatacak olan Ermeni Meselesi’nde de gereken kararlılık ve sürat pek yok... Her seferinde olduğu gibi, derli toplu, sistemli ve dünyalı bir bütünlük oluşmadığı için, durum ‘Rus ruleti’ oynar gibi bir hale gelip takılıyor... * * * Siyasal iktidar samimi ve tutarlı bir AB istikametinde gaza basmaz ise kendinin ‘ham yapılacağını’ hala anlamamış gözüküyor... Hálbuki bunun için Anadolu’nun bağrından yükselen sese kulak verip, Mustafa Boydak’ı dinlemeleri yeter de artar bile... Tabii hala ‘Ankaralılaşmaya’ muhaliflerse... Mehmet Altan Star, 25.5.2009 |
26.05.2009 |