04 Haziran 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

O takva sahipleri, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir.

Âl-i İmran Sûresi: 134

04.06.2009


Kalb-i insanîden merhamet çıksa...

İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.

Sözler, s. 285, (yeni tanzim, s. 502)

***

Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez.

Şuâlar, s. 508, (yeni tanzim, s. 919)

***

Bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünkü anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.

Emirdağ Lâhikası, s. 383, (yeni tanzim, s. 741)

***

Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risâle-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.

Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir.

Birincisi: Merhamet.

İkincisi: Hürmet.

Üçüncüsü: Emniyet.

Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.

Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmelidir.

İşte Risâle-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risâle-i Nur’a ilişenler kat’iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.

Kastamonu Lâhikası, s. 186, (yeni tanzim, s. 346)

***

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesâtları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.

Şualar, s. 203, (yeni tanzim, s. 354)

LUGATÇE:

vazife-i asliye: Asıl vazife.

zekâvet: Zekî oluş, keskin anlayış.

mürted: Dinden çıkan.

seciye: Huy, karakter.

hayat-ı içtimaiye ve siyasiye: Siyasî ve sosyal hayat.

hakperestane: Hak ve doğruluğa bağlı.

anarşi: Terör, hiçbir kural tanımama, düzen bozuculuk.

halâs: Kurtulma, kurtuluş.

eşedd-i ihtiyaç: Şiddetli ihtiyaç.

adâvet: Düşmanlık.

kat’iyen: Kesinlikle.

nev-i insan: İnsanoğlu.

tahattur: Hatırlama.

Padişah-ı Zülcelâl: Sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi bir padişah olan Cenâb-ı Hak.

melâike: melekler.

Bediuzzaman Said Nursi

04.06.2009


Öfke nasıl kontrol edilir?

Öfkenın ılâci nedır?

Ahlâk, insandaki kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyenin ifrat, tefrit ve vasatından meydana gelen bir melekedir. İfrat ve tefritler kötü ahlâkı, vasat ise güzel ahlâkı netice verir.

Bütün kötülüklerin, günahların menşei ifrat ve tefritlerdir. Hadden tecavüz anlamına gelen ifratlar ve tefritler, Cenâb-ı Hak ile kul arasında yapılmış olan ahdi bozmak, içtimâî hayatı intizam altına sokan bağları kesmek ve dünya nizamını bozmak, fesat ve ihtilâle sebebiyet vermek neticelerini doğurur.

İnsanın kuvve-i akliyesi itidali kaybederse, itikada dair rabıtaları keser. Kuvve-i gadabiyesi itidali kaybederse, hayat-ı içtimâiyeye ait bağları keser; kuvve-i şeheviyesi itidali kaybederse, şefkat-i cinsiye zâil olur. Hem kendisini berbat eder hem başkalarını berbat edecek bir hâle gelir. Bu yüzden ahlâktaki ifrat ve tefritler insanlardaki istidatları bozar, bu bozmak da abesiyeti netice verir. (Muhakemât)

İnsan istidatları, vasat bir kıvamda kaldıkça gelişebilir. Aşırılıklardan kurtulmuş bir hayat, insanı kâmil bir noktaya taşır. Kâinatta umumî bir nizam vardır. Bu umumî nizam Cenâb-ı Hakk’ın meşiet, hikmet ve inayet iplerinden örülmüş ve bu ipler kâinatın her yerine dağıtılmış, en önemli silsilesi de insanlığa uzatılmıştır. Meşiet, hikmet ve inayet ipleriyle insan ruhunda pek çok istidat ve kabiliyet tohumları ekilmiştir. Fakat bu istidatların terbiyesi diğer mahlûkattan farklı olarak insanın cüz’î iradesine verilmiştir. O cüz’î iradenin yuları da şeriatın eline verilmiştir. İşte insan, bu verilen kabiliyetleri ifrat ve tefritlerde kullanırsa, Allah ile yapmış olduğu ahdi (sözleşmeyi) bozar. Bu da kâinattaki umumî nizamı bozmak, ihlâl etmek, ihtilâl çıkarmak anlamına gelir. Oysa insan bunun için değil, tam tersi kâinattaki umumî nizamın en önemli halkası olarak iş yapmak üzere dünyaya gönderilmiştir.

Bugün insanlık, melekleri bile imrendirecek muhteşem donanımına, istidatlarına rağmen, kontrol edemediği kuvveleriyle habis ruhları bile utandıracak işler yapmaktadır. İnsanlık kinle, nefretle, intikam hisleriyle yatıp kalkmaktadır. Düşmanlık hislerinin kuvvet bulduğu hasta kalpler çoğalmaktadır. Etrafı yakıp yıkma, her şeyi kendine benzetme, kendi gibi düşünmeyenleri ezme, susturma insanlığın itidali kaybettiğinin belirtileridir.

Vicdan mekanizmaları bozulmuş, akıllar tabiat paslarıyla, enaniyet girdaplarıyla, cerbezelerle kirlenmiş; iradeler tuzaklarda kullanılır olmuş, hisler yılan, çiyan yuvaları haline gelmiş; muhabbetullahın merkezi, iman mahallî olan kalplerin bütün ışıkları sönmüş, hâsılı insan insanlıktan çıkmaya başlamıştır.

İnsanın taşıdığı öfke duygusu, günümüzde küreselleşen dünya ve gelişen teknoloji ile daha da ürpertici bir hâl almıştır. Duyulan, görülen, okunan her vahşet haberi kalp ve ruhta yaralar açtığı gibi, o zamana kadar ortaya çıkmamış gadap hislerini de tahrik etmektedir.

Akıl ve kalbin hükümlerinin sustuğu, süflî hislerin ön plana geçtiği bu hâl, böyle sürüp gitmemelidir. Aksi halde insanlığın ve insanî değerlerin ölümünü netice verecek ve insanlık başına erken kıyameti koparacaktır. Cinnete denk tehevvürler (kuvve-i gadabiyenin ifrat hâli) ile insan etrafını yakıp yıkmakla beraber, bazen de hiç dinmeyen o öfke ile kendini de yiyip bitirmektedir.

Öfke kontrolünde ıbadet faktörü

Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır: “Gadap imanı bozar.” Bu hadis-i şerife dikkatle baktığımızda, insanın mevcut imanını ifsat eden öfke duygusu, yaptığı ibadetleri bile boşa götüren bir netice doğurabilir. Çünkü mü’minin güzel ahlâkı olmazsa, yaptığı ibadetler, hiçbir kıymet ve faydası olmayan hareket ve âyinlerden ibaret kalır. Resûlullah (asm) şöyle demiştir: “Kimin namazı onu kötü ve iğrenç şeylerden alıkoymazsa, onun Allah’tan uzaklaşması artar.” Zaten ibadetlerin emredilme sebebi de, insanın hem şahsî hem içtimâî hayatını düzene sokmasıdır. Dolayısıyla bu netice hâsıl olmuyorsa, o ibadet ibadet olmaktan çıkar.

Çünkü ibadetler insanın istidatlarını inkişaf ettirir. Meyillerini temyiz ve tenzih ettirir. Fikirlerini intizam altına alır. İfrat ve tefritlerden kurtarır. İnsanın zâhir ve bâtın duygularını kirleten tabiat paslarını yok eder ve insanı mukadder olan kemâlâta yetiştirir. (İşârâtü’l-İ’câz)

İbadetlerin bu mezkûr faydalarını görebilmenin yolu da ihlâstır. Güzel ahlâk olmaksızın ahiret ve dünya işlerinden hiçbiri düzene giremez ve hayatta huzur sağlanamaz. Bu sebeple güzel ahlâk ibadetsiz olmayacağı gibi, ibadetler de güzel ahlâkı netice vermelidir.

Öfke kontrolünde şefkat hıssı

İnsanın öfkesini kontrol etmesi, ibadetlerden başka insanların içinde adeta bir pırlanta hükmünde gömülmüş olan şefkat hislerini inkişaf ettirmesi ile olacaktır. Bu his eğer harekete geçirilirse, insanlığın rengi değişecektir. İlâhî ahlâkın bir tecellisi olan bu his, karşılık beklemeden, sevgi ve merhamete muhtaç herkese şefkat elini uzatmaktır. Şefkat hissi, aklı ve kalbi körleştiren öfke hissini yok eder. Ve şefkatte öyle bir güç vardır ki, düşmanlıklar, kin, nefret hisleri bu hissin karşısında pes eder.

Demek, insanın hat konmayan kuvvelerini hat altına alabilmesi ancak ibadetle mümkündür. Bundan başka, özellikle kuvve-i gadabiyeyi ifrat ve tefritlerden kurtarmak için şefkat hissini doğru kullanmak gerekecektir.

Hâsılı, insanlık, içinde derc edilmiş bu ulvî hissi, iman nuruyla doğru biçimde inkişaf ettirirse, beşer saadete kavuşacaktır. Fakat kuvve-i gadabiyeyi vasata çeken, mükemmel bir kıvam haline getirip şecaat ahlâkını netice veren şefkat hissine dahi bir ayar lâzımdır. Bu hissi de ifrat ve tefritlerden muhafaza etmek gerekir. Çünkü ifrat-ı şefkat de, tefrit-i şefkat de zulüm ve adaletsizliği netice verir.

Şefkati vasatta kullanmanın ölçüsü ise, dünya-ahiret dengesini muhafaza etmekle beraber, merhamet-i Rabbaniyenin rahmetinin derecesinden aşmamak, Rahmeten li’l-âlemin Zatın mertebe-i şefkatinden taşmamak gerekir. Bu iki ölçü kaybedilirse, insan dünyada sevmek beklediği nazarlardan soğukluk görecek veya ifrat-ı şefkat ile dalâlete, ilhada sirayet eden kalbî hastalıklara düşecektir.

Netice, insanlığın köpürüp duran nefret hislerini, öfke duygularını dindirmenin yolu, ancak imanın tesiri arttıran ihlâslı ibadetle olduğu gibi, ikinci bir yolu da, şefkat hissini inkişaf ettirmektir. Şefkat hissine de bir ayar yapıp, ihlâslı muhabbetle öfke hisleri kontrol edilecektir. O’nun sev dediklerini sevmek, O’nun sevme dediklerini sevmemek ve hepsinden önemlisi de her şeyi O’nun hesabına sevmekle, şefkat etmekle bu ayar gerçekleşecektir. Üstelik bu şefkat ve muhabbet de ibadet hükmüne geçecektir.

YASEMİN YAŞAR

04.06.2009


Gönder yâ Rabbî!

“Kul ‘Yâ Rabbî, Yâ Rabbî’ dediği vakit, Allahü Teâlâ ‘Kulum, ne istiyorsun? İste, (dilediğin) verilecektir’ buyurmaktadır.”1

***

Bütün mahlûkat bekliyor…

Rabbinin rahmet hazinesinden ta’yîn ve takdir ettiği rızkı beklemeyen var mıdır?

Kimi ağzını açmış, annesinin getireceği bir lokma “kay”a razı; kiminin elleri açılmış, “Hayy”dır fîzârı…

Gönder yâ Rabbî!

Mikroptan gergedana, papatyadan çınar ağacına kadar bütün canlılar Rezzâk’ından bekler rızkını.

Amelesi ağası, gedası paşası rızka muhtâç; makam mevki kâr etmez.

Yağmuru rahmet eden, arzda rızkı halk eden işitmez mi duâyı?

Tarlayı ekmeli çiftçi, işinde işlemeli işçi; usta dövmeli demiri, analar yoğurmalı hamuru…

Hâl, kâl’e omuz vermeli, duâ ederken.

Ağaçlar, semâya uzatmış kollar gibi dallarını, bekliyor.

Toprak tohuma, tohum hubûb’a hâmile, bekliyor.

Gönder yâ Rabbî!

Her duâya cevap veren Allah’ım! Muhtâca matlûbunu ver.

Demirciler tak tak eder, takırdar; damda leylek lâk lâk eder, lâkırdar. Umarlar hâlleriyle, isterler dilleriyle.

Gönder yâ Rabbî!

Yer altında solucan, yer üstünde halecân; kimi gider, kimi gelir, koşuşur.

Deryadaki, Dünyadaki bütün canlıların rızkını ihsan eden Allah’ım! Ne kadar cömertsin, ne çok merhamet sahibisin!

Kudretinin dairesini akıl alır gibi değil!

Sabah giden, akşam dönen bunca insan, bunca hayvan yuvasına çeker durur; karınca misâli, karınca kararınca…

Kımıldayan dudaklar, ister Senden daima; dinsizi hâlle, dinlisi kâlle.

Mutî’ kullarına ikrâm, asî kullarına ihsân eden Sensin!

Çalınacak kapı Sensin! Bilse de, bilmese de mahlûk…

Gönder yâ Rabbî!

Sen vermezsen ne hâl olur bunca can?

Büyüklüğün şânındandır “aman”a eman.

Dünyada sultan, orada hüsrân etme elaman!

Kerem-kârsın, meded-kârsın; yâ Hannan, yâ Mennan.

Sen, Rabbi’l-Âleminsin.

Hışırdayan yapraklar, çatlak kara topraklar; inekler, sinekler, böcekler; gülümseyen taç yapraklı çiçekler kendilerine mahsûs dilleriyle, dilerler rahmetini.

“Ey kullarım! Benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. O halde benden rızık isteyin ki, sizi doyurayım”2 buyuruyorsun.

Ne gelirse Sendendir, cümle kusur bizdendir.

Âkıbet hayr olacaksa, gönder yâ Rabbî!..

Dipnotlar:

1- Bursalı, E. G. D., 26 (et-Terğib ve’t-Terhib,2: 488).

2- Câmiü’s-Sağîr, 3: 1273.

[email protected]

ALİ RIZA AYDIN

04.06.2009


Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir.

Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle

evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyleyse, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve

kalblerini hoşnut etmektir.

Bediüzzaman Said Nursî

04.06.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl
Reklam Linkleri: Risale Yorum- Risale Çocuk- Yemek Tarifleri - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Satılık Tekne- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis