Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli Geri çevrilmeyecek bir gün Allah tarafından gelmeden önce Rabbinizin dâvetine uyun. O gün ne sığınacak bir yeriniz olur, ne de yaptıklarınızı inkâr edebilirsiniz. Şûrâ Sûresi: 47 |
10.06.2009 |
Sosyal yaraların merhemi
Sekizinci Nükte: “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter” (Tevbe Sûresi, 9:129.) âyetinden evvelki olan “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki... (ilâ ahir)” (Tevbe Sûresi, 9:128.) âyeti, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i şefkat ve nihayet re’fetini gösterdikten sonra, şu “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa...” âyetiyle der ki: “Ey insanlar, ey Müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve mânevî yaralarınız için, kemâl-i şefkatle, getirdiği ahkâm ve Sünnet-i Seniyyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve gözle görünen re’fetini itham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz. “Ve ey şefkatli Resûl ve ey re’fetli Nebî! Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka verip dinlemeseler, merak etme. Semâvat ve arzın cünudu taht-ı emrinde olan, Arş-ı Azîm-i Muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfîdir. Hakikî mutî taifeleri senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir.” Evet, Şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu dâvânın ispatına da hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risâle-i Nuriye, Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (asm) meseleleri ne kadar hikmetli ve hakikatli olduğuna yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risâle, o hikmetleri bitiremeyecek. Hem ben şahsımda bilmüşahede ve zevken, belki bin tecrübâtım var ki, mesâil-i şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ı içtimaiyede gayet nâfi birer devâdır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tutamadığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece risâlelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum. Bu dâvâmda tereddüt edenler, Risâle-i Nur eczalarına müracaat edip baksınlar. İşte böyle bir zâtın Sünnet-i Seniyyesine elden geldiği kadar ittibâa çalışmak ne kadar kârlı ve hayat-ı ebediye için ne kadar saadetli ve hayat-ı dünyeviye için ne kadar menfaatli olduğu kıyas edilsin. Lem’alar, s. 60, (yeni tanzim, s. 183)
LÜGATÇE: mesâil-i şeriat: Şeriat meseleleri. Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin (asm) sözleri ve yaşantısı. emrâz-ı ruhaniye ve akliye ve kalbiye: Kalp, akıl ve ruh hastalıkları. emrâz-ı içtimaiye: Toplumsal hastalıklar, sosyal yaralar. nâfi: Menfaatli, faydalı, şifalı. |
Bediuzzaman Said Nursi 10.06.2009 |
Sessiz âlemin düşündürdükleri
ir süredir sessiz bir âlemde gezdiriyor Yüce Yaradan bizi. Dışta gayet sessiz, fakat iç bünyedeki bütün frekanslarda çıkan sesleri ayırmaya sevk eden bir sesler topluluğu. Madem insan bir âlem, âlem dahi bir insan gibi yaratılmıştır; öyleyse o iç âlem de, duyulan seslerin bir halitası, özeti mesâbesindedir. Şöyle ki: O ses mahşeri içinde bazen yükseklerden inen bir şelâlenin haşmetli sesini, bazen fırtına başlarken duyulan keskin hışırtılı esintileri, zaman zaman daha munis akan bir suyun şırıltıları, bazen haşmetli deniz dalgalarında duyulan ritimli gürültüleri, bazen de seherlerde daha çok duyulan kuş cıvıltılarını andıran ama hiç kesilmeksizin devam eden sesler armonisini işitirsiniz. Bu düşünceler içinde bünyedeki sesleri ayrıştırmaya çalışınca, gayri ihtiyârî, dış âlemde, şimdi mahrum kaldığım, her zaman mazhar olduğumuz, fakat lezzet ve kıymetini şimdi daha çok derk etmeye başladığımız haller hasretle yâda geldi. Evet, insanoğlu her gün mazhar olduğu ve ünsiyet peyda ettiği çok kıymetli nimetleri, ancak onlardan mahrum kalıp uzaklaşınca anlayabiliyor. Her zaman tadı doyumsuz olduğu halde kardeşlerle sohbet ve derslerdeki mânevî lezzet ve huzura ne kadar müştakmışız. Ama gel gör ki o lezzet ancak uzak kalınca, güzelliğini de hatır edip hasretle yâd ediyorum. Demek insan, uzun zaman bol bol istifade ettiği güzelliklerin kıymetini ancak onlardan mahrum kalınca daha iyi anlıyor. Evet yukarıdan beri izaha çalıştığım, çoğu zaman düşünemediğimiz halleri tekrar yaşayabilmeyi hasretle özlüyorum. Bu hasretten tevellüd eden hissiyât ve tahayyülâtımı, bu sessizlik âleminde hayalen seyahat ederken kalbe hutur eden hazin bir kaç mısra ile dile getirmeye çalışmıştım. Belki sizler de o hasret yüklü hatıralarımı paylaşmak istersiniz ve duâlarınıza vesile olur düşüncesi ile arz ediyor, hepinizi muhabbetle selâmlıyorum.
TAHAYYÜLLER Üç şey var ki bu dünyada, ef’âl-i cennet sayılır Doyum olmaz onlara, lezzet-i cennet sayılır Biri tilâvet-i Kur’ân, biri sohbet-i ihvan Biri de yüce Rabbim sonsuz olan tecellî-i esmân sayılır
Üçüne de çok muhtacız, lûtfet, nasibimizi çok kıl Rızanı dilemekte bizlere ver muktedir bir dil Zira matlubumuz Sen, hem maksudumuz da Sensin Bu minval üzere dileriz ömrümüz sona ersin
Sana lâyık bir kul olamadık bağışla bizi Habibine ümmet olmaya gayret ver destekle bizi Madem nümûne-i misâldir âlemlere ol ser-ver-i enbiya Kereminle şefaatine nâil eyle bizleri ey Yüce Mevlâ. |
MEVLÜT POLATOĞLU 10.06.2009 |