11 Haziran 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Konya ile Köln kardeştir

Dünyanın kaynakları sınırlı olduğu için, hem kişisel, hem de kurumsal alanda, herkes ekonomik sorunlarla karşı karşıya gelir. Eldeki kaynakların değerlendirilmesi ve ihtiyaçların karşılanmasının bilimi olan ekonominin tarihi, ilk insanla başlar. İnsanların yaşadığı her yerde, üretim ve tüketim vardır. Ekonomi üretim ve tüketim arasındaki uyumsuzluğu gidermenin ve dengeyi sağlamanın bilimidir.

Sağlıklı bir toplumda, ekonomik hayatın odak noktasında, seküler kültürün “ekonomik insan”ı değil, kutsal kültürün “erdemli insan”ı vardır. Bütün ülkelerin ekonomik dengelerini altüst eden finansal krizler, gösteriş tüketiminde yarışan, doyma nedir bilmeyen, sürekli kendi ellerine geçenlere bakan, açgözlü insanlarından kaynaklanır. Onların gözlerini dünyada yalnızca toprak doyurur.

Hafta sonunda, Yeni Asya International’in Köln’de, Bediüzzaman’ın, dünyadan ayrılışının 49’uncu yılında düzenlenen “Küresel Kriz” paneline katıldım. Açış konuşmasını Avrupa İslam Konseyi Sözcüsü Şükrü Bulut’un yaptığı panelde, Prof. Dr. Friedhelm Hengsbach, Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, Kazım Güleçyüz ve ben krizin kaynaklarını tartıştık. Dr. Bahri Güngördü, C.Murat Dişci, Hüseyin Sert, A.Gürsel Trışkan müzikleriyle, İsmet Küçükkaya ve Alpaslan Öztoprak aileleri konukseverlikleriyle, panele büyük bir zenginlik kazandırdılar.

Sınırların ve duvarların ortadan kalktığı bir dünyada, bir ülkede ortaya çıkan bir ekonomik kriz, kısa zamanda bütün ülkelerde etkisini gösteriyor. Krizlerden arınmış bir dünya için, Bediüzzaman’ın hayatı ve düşüncesiyle, en güzel örneğini verdiği, erişilmez yalınlığı, mesleği ve yaşı ne olursa olsun, herkesin benimsemesi gerekir. Onun en etkili eseri, yalınlığın zirvesine ulaşan hayatıdır.

Kanadalı iletişimci Marshall McLuhan, “İletişim aracı mesajın kendisidir” demişti. Uzun ve bereketli ömründe, canı pahasına, düşüncesinden ve hayat tarzından hiç taviz vermeyen Bediüzzaman’ın, en etkili mesajı, “bir lokma bir hırka”ya dayanan yalın hayatıdır. Bilge insanlar, hayatlarıyla, en büyük mesajlarını verirler. Onları mesajları hayatlarıdır.

Yıllar önce Fethi Gemuhluoğlu, İngiltere’de bulunduğum sırada, bir mektubunda, “Dünya beni haramından men etti, ben onun helalinden de geçtim” diyen Hz. Ali’nin bu sözünü, bizlere bir vasiyet olarak bıraktığını yazmıştı. Bediüzzaman’ın hayat ilkesi, çok sevdiği Hz. Ali’nin bu sözü olmuştur. O dünyanın yalnızca haramlarından değil, helallerinden vazgeçerek, bütün zenginlikleriyle, dünyayı peşinden sürüklemiştir.

Türkler için vatan, doğdukları yerler değil, doydukları yerlerdir. Osmanlılar Doğu Avrupa’ya “Mesnevi” okuyarak gitmişlerdi. Onların torunları Batı Avrupa’ya “Risale” okuyarak gidiyorlar.

“Köln ile Konya kardeştir” diyenlerin önünde, bütün dünya şehirlerinin kapıları açılır.

Krizler “benden sonrası tufandır” diyenlerden kaynaklanır.

Nazif Gürdoğan

Yeni Şafak, 10.6.2009

11.06.2009


Reformlar neyi bekliyor?

Brüksel- 160 milyondan fazla insanın siyasi tercihini ortaya koyduğu Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, Türkiye’nin AB süreci açısından hiç de parlak olmayan bir tablo ortaya koydu. Özellikle Almanya ve Fransa’daki siyasi liderlerin olumsuz tutumları nedeniyle yaşanan zorluklara, şimdi bir de Avrupa genelinde sağa kayan siyasi tablo eklendi. Türkiye karşıtlığını seçimin önemli bir malzemesi yapan sağ ve aşırı sağ güçlenirken, geleneksel olarak Türkiye’ye destek veren sol blok büyük hezimet yaşadı. Ankara’ya sıcak bakan liberaller, konumlarını korumuş ve Yeşiller biraz daha güçlenmiş olsalar da Avrupa’daki yeni siyasi atmosferin umut verici olmadığı ortada.

Peki Türkiye-AB ilişkileri açısından bu ne anlama geliyor? Yavaş yavaş bu sevdadan vazgeçmek mi, yoksa yeni bir stratejiyle yola devam etmek mi gerekiyor? Avrupa’daki değişen atmosfer karşısında Türkiye ne yapmalı?

Avrupa Birliği Ankara Temsilciliği’nin davetlisi olarak bir grup gazeteciyle geldiğimiz Brüksel’de bu soruların cevaplarını arıyoruz. AB Genişleme Komiseri Olli Rehn’den AP Liberal Grup Başkanı Graham Watson’a, Brüksel’deki AB büyükelçimiz Volkan Bozkır’dan yeniden seçimi kazanan Türk milletvekili Emine Bozkurt’a birçok isimle aynı mevzuyu konuşuyoruz.

Herkes olumsuz gelişmelerin farkında ama genel kanaat, bu sürecin akıbetini büyük oranda Türkiye’nin belirleyeceği yönünde. Şayet Türkiye, Avrupa başkentlerinden bugün gelen olumsuz sinyallere takılmadan kendi vatandaşlarının Avrupa standartlarına kavuşmasını hedefleyerek reformlara konsantre olabilirse, fazla endişeye gerek yok.

Konuştuğumuz bir isim, 27 ülkenin yüzde 85’inin Türkiye’yi desteklediğini, bugün Türkiye karşıtı liderlerin kritik gün geldiğinde yerlerinde olmayacağını hatırlatıyor. Türkiye’deki ivmeye bağlı olarak Avrupa kamuoyunun değişebileceği söyleniyor. Kısacası, Avrupa Parlamentosu nasıl şekillenirse şekillensin, sürecin geleceği büyük oranda kendi elimizde. Zaten önemli olan, AB perspektifi olsa da olmasa da gerekli reformları yapmak değil mi? AB olsa da olmasa da gerçek bir demokrasiyi, temiz bir çevreyi, adil bir yargıyı, hukuka bağlı bir orduyu istemiyor muyuz?

Aslında Ankara ile Brüksel arasında özellikle 2009 sonuna kadar reformlara odaklanma konusunda bir mutabakat var gibi. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2009 sonuna kadar reformlar hızlanmazsa ciddi sıkıntılar yaşanacağı uyarısı ile Rehn’in söyledikleri arasında pek fark yok. Kıbrıs’ta çözüm olmazsa, bunun aşılması da reformlar sayesinde olacak. Avrupa’daki Türkiye dostlarının elini de reformlar güçlendirecek. Konunun hassasiyetini bilen herkes, Türkiye’nin Avrupa’ya 2002-2005 dönemindekine benzer bir fotoğraf vermesinden söz ediyor.

Türkiye dostu Watson bile müzakereler başladıktan sonra reformların yavaşlamasına sitem ediyor. Rehn, Türkiye’deki siyasi gerilimler ve Ankara-Brüksel hattındaki tansiyona rağmen 10 müzakere başlığının açılmasını iyi sonuç diye değerlendirse de Sendika Yasası gibi 3 yıldır konuşulan bir konunun hâlâ tamamlanmamış olmasını yadırgıyor. Ayrıca, Venedik Komisyonu tarafından siyasi partiler konusunda önerilen yasal değişikliklerin neden hâlâ hayata geçirilmediğini soruyor. Kulislerde yeniden bir kapatma davasının açılması ihtimali konuşulurken, bu konuda düzenleme yapılmaması şaşkınlıkla karşılanıyor. İnsan haklarıyla ilgili dağınık kurumları toparlayacak ombudsmanlık kurumunun oluşturulması, işkenceyle ilgili uluslararası anlaşmanın imzalanması, darbe sonrası hazırlanan anayasanın liberalleştirilmesi, düşünce özgürlüğüyle ilgili TCK’dan Basın Kanunu’na birçok yasanın değiştirilmesi için hükümetin neden hızlı davranmadığına anlam verilemiyor.

Almanya ve Fransa’nın rakip olarak algıladığı Türkiye’nin AB üyeliği elbette Hırvatistan’ın ya da Slovenya’nınki gibi kolay olmayacak. Bunu baştan kabul edip yılgınlığa düşmemek için karşı hamleleri bu gözle okumakta ve Büyükelçi Bozkır’ın dediği gibi Türkiye’nin bu yolu kendi bileğinin gücüyle kat edeceğini bilmekte fayda var. Rehn’in söylediklerinden anladığım, reformlar hızlanırsa kolay kolay Avrupa ülkeleri Kıbrıs yüzünden Türkiye ile müzakereleri dondurup bir tren kazasını göze alamaz. İçeride ve dışarıda hayati önem taşıyan şu reformlar konusunda artık ayak sürümeyi bırakalım lütfen...

Abdülhamit Bilici

Zaman, 10.6.2009

11.06.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.