13 Haziran 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Görüş

Selâm

Onbir ya da oniki yaşlarım. İkindinin veda hazırlıkları yaptığı demlerdi. Gün parlamayı bırakıyor karaya yöneliyordu. Gökyüzüne bakıyordum. Elini sıkı sıkı tuttuğum babam bundan habersizdi. Çünkü ara da bir yerlere bakmayı ihmal etmiyordum.

Nisan ayının toprağına basalı birkaç gün olmuştu. İlkbaharın torbası açılmış çiçekler ve böcekler çıkmıştı içinden. Resmîgeçit sergileniyordu zemin yüzünde. Baharda çiçekler karşılıklı selâmlar veriyorlar birbirlerine. Kuşlar her güne bir selâm yolluyor seher vakitlerinde. Unutulmuyor ve ihmal edilmiyordu. Böylelikle her şeyde bir sevincin ahengi tek tek dolaşıyordu. Ama ben bir ikindi vakti selâmın yanımdan uçup gittiğini hissettim. Ne aldım ne verebildim. Çocuksu isyanlarım bile onu tutamadı. Belki büyüklerin vurdumduymazlığına duçar olduğu için. Bilmem ki başka hangi sebep olabilir.

Caddede babamla beraber yürüyorduk. Ellerim başka bir elin avucunda olduğu için parmaklarımın araları terliyordu. Bir marketin önünden geçmek üzereydik. Birkaç adam iskemlelerine kurulmuş sohbet ediyorlardı. Semada gezen gözlerim babamın selâm vermesiyle onlara çevrildi. Selâm ulaşmamış gibiydi karşıya. Babamın elleri havada kaldığı gibi sözleri de havada kaldı. Selâmına mukabele etmediler. Bakakaldım öylece. Yavaş yavaş adımlarımızı atıyorken belirli belirsiz bir sızlanma dolaştı bizde. Babamın ruh hali bana sirayet etmişti. Onun aklında ya da kalbinde nasıl bir duygu yeşerdiğini bilmiyordum ama ellerimi sıkıca tutmasından bir şeyler seziyordum. Onlar hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Yüzleri bir yerlerden gelen bu selâma yabancı kesilmişti. Duymamış gibi davranmanın rolü bu kadar yapmacık olamazdı. Yolumuza devam ederken bu adamlar bizden uzaklaşıyordu. Ben gökyüzüne yeniden bakmayı unutmuştum. Çocuk aklım kavrayamamıştı bu hali.

Aynı yoldan geri dönüyorduk. Neyse ki işimiz fazla uzun sürmemişti. Babamın ellerini tutmuyor yanında yürüyordum. O markete yaklaşmak üzereydik. Az öncesine kadar aklımdan silinmiş hadise yeniden yazılmış gibi hatırladım. Bir tedirginlik aynı olayı yeniden yaşama endişesi etrafımda dönmeye başlamıştı. O insanların yüzlerini görmek zoruma gidecekti. Bir selâmın havada kalmasına sebep olmuşlardı. Yavaş yavaş gözlerime daha net görünen bu adamlara bakıyordum. Sanırım bir tek ben bakıyordum. Babamın adımları biraz hızlandı. Onların önünden hızlıca geçen iki kişi olacaktık. Öylede oldu. Tam bu adamları arkamızda bırakacaktık ki babama selâm verdiler. Babam yerine ben dönüp baktım. O ısrarla kendisine daha önce selâm vermeyenlere karşılık vermedi. Hiç oralı olmadı bile. Beklenmedik bu selâm onunkine ne çok benziyordu. Her an öksürük tutacak bir sesle söylenmiş gibiydi. Yine de aldırmadı. Babam yerine benim dönüp bakmamı şaşkınlıkla karşıladılar. Karşılıklı yaşanan pişmanlık sadece bende zuhur etti. Ucu sivrilmiş bir kalemin kâğıda değen dokunuşları kadar hassastı. O hassaslığın içinde kaldığımı hissettim. Adamlar yine kendi aralarında konuşmaya başladılar biz uzaklaşırken. Dudaklar hareket ediyor, gırtlak yardım ediyor ama gerçekten konuşuyorlar mıydı? Bundan sonrasını bilmiyorum. Kalplerinden geçenler artık kendilerine aitti. Benim tek derdim havada kalan selâmdı. Asıl sahiplerine ulaşmadan.

Babamın tanıdık olsun ya da olmasın yolda karşılaştığı bütün erkeklere selâm verirdi. Çocukken babamın hep bu adamları tanıdığını zannederdim. Şimdi biliyorum ki babam çoğunu tanımıyordu.

FADİME KAYA

13.06.2009


Yaz dostları

Kitapların dünyası aşılması zor engeller gibidir. Kâğıt kokusunu, kalemi, yazmayı sevmeyen o engelleri aşamaz. Binbir çeşit yemek dolu bir mutfak mı, yoksa farklı alanlarda yazılmış onbinlerce kitabın olduğu bir oda mı sorusunda, kitaplı odayı tercih edenlerden bahsediyorum. Çünkü kitap okumak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Kitabın yapraklarını karıştırmayı, hikâyenin sonunu merak etmeyi, kalemle not almayı, kitabın özetini çıkarmayı sevenler, o ruhu gerçekten soluyanlar bu cümleleri anlayabilir ancak, Yoksa iş olsun diye okunan, ödev verildi diye okunan, birisi sorduğunda adını vermek için okunan kitaplar ve o kitapların okuyucuları mevzumuzun dışında.

Kitap okumaya ihtiyaç hissetmek nasıl bir duygu bilir misiniz? Karnınızın acıkması, susamanız, çay istemeniz gibi birşey. O andaki haletiniz, halet-i ruhiyeniz nasılsa, kitapta da öyle. Birşeyler okumanın, kitapların sayfasını çevirmenin, kâğıt kokusunun hasretini çekiyorsunuz. Bir annenin çocuğunu özlemesi gibi. Bir balıkçının denizi, bir marangozun ağaç kokusunu hayallemesi gibi. İşte öyle bir sevda, öyle bir yürek yangını...

Eğer böyle bir yüreğe sahipsek, kitaplarla dostluğumuza güveniyorsak, kitaba verdiğimiz paraya acımıyorsak bu değerlerimizi emanet edebileceğimiz nesillere ihtiyacımız var. Bu viz-yonumuzu ileriye taşımaya, misyonumuzu geliştirip ilerletmeye ihtiyacımız var. Kitaplarla gelişen hayatlar, yetiştirilen ruhlar, olgunlaştırılan dünyalar sadece kitapseverlere mahsus kalmamalı bence. Bu konuda hepimize çok büyük görevler düşüyor. Anne babalara demiyorum, çünkü çevrenin etkisi de yadsınmayacak kadar büyük. Bazen anne babadan öğrenilmeyen, çevreden o kadar güzel öğreniliyor ki, şaşarsınız. 6 yaşındaki oğlumdan biliyorum. Evde yapmadığı pekçok şeyi okulda yapıyor. Menfi ve müsbet etkilenmeler, çevreden daha güçlü geli-yor. Toplum olarak kitapsever bir toplum olmak, öncelikle şahsımıza, daha sonra da gelecek nesillere faydalı.

Nasıl çocuklarımızın güzel yerler kazanması için pahalı eğitim yerlerine götürüp çok yüklü borçlara girebiliyorsak, aynı gayretten birazını da kendilerini tanımaları, kabiliyetlerini keşfetmeleri ve kitap okumayı sevmeleri için harcasak, şimdiki şikâyet ettiğimiz pekçok şeyden, belki de şikâyet etmeyeceğiz. Şimdiki gençler diye başlayan cümlelerimizin sayısı azalacak. Siz ne dersiniz bilmem ama, sadece kitap sevdirmekle bile, çok problemin üstesinden gelebiliriz. Okuyan bir toplum olmak demek, araştıran ve tahkik eden bir toplum demek. Bu da her sorunun altından çıkan “cehalet”in bitmesi demek.

Okulların kapanıp yaz zamanının gelmesiyle, tatil moduna girmemizle birlikte, tembellik döşeğine uzanmadan, ne çocuklarımızı, ne de kendimizi kitaptan uzaklaştırmayalım. Kitap seven hissiyatımızı, yaz güneşiyle kurutmayalım. Tatil, akrabalar, gezintiler derken kitaplarla aramızı açmayalım. Yaz mevsimi kitapsızlık zamanımız olmasın. Vesselâm..!

HAVVA KÜÇÜKKONUR

13.06.2009


Evinizde namaz kılabilir miyiz?

Namaz çok önemli bir ibadet. Rabbimizin bizden istediği mükemmel bir kulluk ve şükran nişanesi. Cabir b. Abdullah’ın (r.a) bildirdiğine göre; Hazreti Peygamber (a.s.m.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bana cemaatle namaz kılma hakkında o kadar çok iyi şahitlikte bulundu ki, cemaatle kılınmayan hiçbir namazın kabul edilmeyeceğini sandım.”

Bedir savaşında sahabilere Peygamber Efendimiz dört rekâtın yarısını, iki rekât olarak askere cemaatle kıldırıyor. Bilâhare diğer yarısına da iki rekâtı (cemaatle namazı) kıldırıyor.

Diğer bir cemaatle namazın örneğini Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden Harb-i Umumide Pasinler Cephesinde görüyoruz.

“Pasinler Cephesi’nde Ruslarla savaşırken Bediüzzamanın emrinde, talebe ve gönüllülerden oluşan binlerce asker vardı. Başlarına giydikleri külâhlardan dolayı “Keçe Külâhlılar” diye anılıyorlardı.

Bunlarla savaşmak düşmanın korkulu rüyası idi. Cephede, Bediüzzaman en yakın talebesine sordu:

“Namaz vakti girdi mi?”

“Girdi Üstadım, ama bu durumda nasıl namaz kılacağız?”

“Kılmamız lâzım” dedi. “Namaz her şeyden önemli.”

Bediüzzaman’ın emrindeki askerler de savaş şartlarında bile olsa namazı ihmal etmeyip vaktinde eda ettiler.

Bir diğer örnek merhum Bekir Berk Ağabeyden. Rahmi Erdem anlatıyor: “Bir gün Malatya’dan İstanbul’a hareket etmek üzere iken, uçağa binmekte olan pilotlardan namaz için beş dakika izin istedi. Uçağın kanatlarının altında, yolcuların hayran bakışları arasında cemaatle (iki kişi) kıldığımız o akşam namazının tadını hiç unutamam!”

Yine 1959. Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu, şu an hasta, Allah acil şifa versin) de Bir ABD seyahatinde kendisine karşı çıkan amirlerine; “Füze de yaparım gölgesinde namazda kılarım” cevabı ile namazın önemini vurgulamıştır.

Biz de üç yıl önce Rotterdam’da bir arkadaşımla çarşıda işimiz vardı. Baktık namazımız geçecek, kapı zilinde bayan ismi olan bir apartmanın ziline bastık. Pencereden bir genç kız baktı. Ona ‘Evinizde namaz kılabilir miyiz?’ diye sorup izin aldık kapıyı açtı. Musevi olduğunu, evdeki Hz. Musa (a.s) heykel ve resimlerinden anladık. Bize temiz bir kumaş verdi. Güney (Kıble) istikametini sorduk söyledi. Namazımızı kılıp, teşekkür ederek ayrıldık. Ben de bu namazın tadını hâlâ unutamıyorum.

İnsanın iki eli kanda da olsa mutlaka namazını kılmalı. Peygamber Efendimizin (asm) son sözleri de “Sakın namazı terk etmeyin” olmadı mı?

H. KÜBRA AKDEMİR

13.06.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.