Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Sadaka, sahibinden kabir hararetini söndürür. Mü'min Kıyamet Gününde ancak verdiği sadakanın gölgesinde gölgelenir.
Câmiü's-Sağîr, No: 1179 |
13.06.2009 |
Bediüzzaman ikaz etmişti Yıllar önce “Şimdiki tohumların mahsulü ıslâh olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak” (Şuâlar, s. 241) diyerek ekilenlerin biçildiğine dikkat çeken Bediüzzaman, 1950’den önce yazdığı mektuplardan birinde de, dine karşı lâkaytlığın faturasının ağır olacağına işaret etmiş ve kendisinin Risâle-i Nur eserleriyle gelecek nesli kurtarmaya çalıştığını ifade etmişti. Ayrıca “İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler” diyerek de, hapishanelerin nasıl ıslahhaneye çevrilebileceğine işaret ediyordu. Risâle-i Nur, nesl-i âtîyi kurtarmaya çalışıyor
“Kendi Kendime Hasbihal” namındaki parçaya lahika olarak, Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur’la alakadar mahkemelerin hakimleriyle bir hasbihaldir]
Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risâle-i Nur’la uğraşıyorsunuz? Kat’iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risâle-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risâle-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak, o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaya yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir. Evet, Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimâiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur’ân’ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risâle-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz. Evet, efendiler! Gerçi Risâle-i Nur sırf ahirete bakar; gayesi Rıza-yı İlâhî ve imanı kurtarmak ve şakirtlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebediden ve ebedi haps-i münferitten kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i atinin biçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Evet, eski terbiye-i İslamiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslamiyeye karşı yüzde elli lakaytlık gösterildiği halde, elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmâreye tabi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrîsi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan katiyen menettiği gibi; Risâle-i Nur’u, hem şakirtlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne meşguliyet yok. Madem hakikat budur; adliyelerin, değil beni ve onları itham etmek, belki Risâle-i Nur’u ve şakirtlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünkü, onlar bu millet ve vatanın en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden, onların karşısında, bu millet ve vatanın hakiki düşmanları Risale-i Nur’a hücum edip, adliyeyi şaşırtıp, dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe sevk ediyorlar.
Emirdağ Lâhikası, s. 20, (yeni tanzim, s. 54)
Lügatçe:
hasbihal: halleşme; görüşüp, konuşma, sohbet, mübareze: çatışma, kavga. nesl-i ati: gelecek nesil varta: tehlike. vekil: bakan. ahlâk-i içtimaiye: sosyal ahlâk. cihet: yön dalalet-i mutlaka: mutlak dalalet, sapıklık. farz-ı muhal: imkansızı farz etme, olmayaak şeyi olacakmış gibi düşünme. haps-i münferit: tek başına olan hapis, ehl-i dalalet için ölüm ve kabir. lekedar: lekeli, lekelenmiş. mazi: geçmiş zaman. seciye: karakter, huy, tabiat. |
13.06.2009 |