23 Haziran 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Dine dayalı demokrasi olmaz mı?

Radikal yazarı Türker Alkan İran’daki tartışmalı seçimin sonuçlarını yorumlarken sormuş, ‘dine dayalı demokrasi olur mu?’ diye. Sonra da olmayacağı hükmüne varmış ve dahası laik Türkiye’nin bu konuda İran’a öğretebileceği şeyler olduğunu vurgulamış.

Bu, Türkiye’de sıkça duyduğumuz bir argüman. İran’daki otoriter cumhuriyete bakarak, ‘bakın, dine dayalı demokrasi olmuyor, dolayısıyla işlerin bizdeki gibi olması lazım’ diye kestirmeden sonuca varılıyor. Oysa gerçekler, bu ‘el çabukluğu-marifet’ çıkarımda gözüktüğünden daha karmaşık.

Öncelikle ‘dine dayalı demokrasi olmaz’ hükmünü biraz sorgulamak lazım. Aslında dine dayalı demokrasi bal gibi olur. Nasıl olur? Bir toplumu oluşturan fertler ‘biz, ülkenin esaslarının üzerinde anlaştığımız şu dini ilkelere dayanmasını istiyoruz’ diye bir uzlaşıya varırlarsa olur. Zaten böyle bir ‘konsensüs’ var ise, onu hayata geçirmeksizin demokrasiden söz edemezsiniz bile.

Bu öyle duyulmadık-görülmedik bir şey de değildir. Yakın zamanlara dek Avrupa’daki pek çok devlet böyleydi. İrlanda’nın anayasası hala ‘Kutsal Üçleme adına’ başlar ‘efendimiz İsa Mesih’e olan sorumluluklarımızı kabul ediyoruz’ diye devam eder. Bugün bazılarının ‘Ortadoğu’nun tek demokrasisi’ dediği İsrail, kendini ‘Yahudi devleti’ olarak tanımlar ve Yahudi dininin pek çok hüküm ve uygulamasını esas alır. Komşumuz Irak’ın demokratik yöntemlerle hazırlanan ve kabul edilen anayasasının ikinci maddesinde ise devletin resmi dininin İslam olduğu ve dahası ‘hiçbir kanunun İslam’ın hükümlerine aykırı olamayacağı’ belirtilir. (Bu, Amerikalıların muhalefetine rağmen, Irak parlamentosu tarafından kabul edilmiş bir esastır.) Eğer Irak işleyen bir demokrasi haline gelebilirse, ‘İslama dayalı demokrasi’ olmuş olacak.

Peki İran’daki sorun ne?

Sorun, din değil, din adamlarının siyasi otoriteye ‘velayet’ etmesini öngören ‘velayet-i fakih’ doktrini. Bu doktrin, Şiiliğin doğal bir sonucu değil, Ayetullah Humeyni’nin dini bir kavramı siyasileştirerek çıkardığı İran’a mahsus bir icad. Nitekim Irak’taki en üst Şii otorite olan Ayetullah Sistani ‘velayet-i fakih’i benimsemiyor ve din adamlarının devleti yönetmesine karşı çıkıyor.

Eğer İran ‘velayet-i fakih’ üzerinden din adamlarına ve onların nüfuzu altındaki devrim muhafızlarına siyaset üstü bir yetki vermemiş, sadece Şii inanç ve değerlerine atıfta bulunan, ama seçilmişleri esas kılan bir cumhuriyet olsaydı, o zaman o da ‘İslami demokrasi’ olabilirdi.

Peki ben bunları demekle ‘dine dayalı demokrasi’nin çok iyi bir model olduğunu ve Türkiye’de de buna ihtiyaç duyduğumuzu mu ima ediyorum? (Bizim memlekette hep böyle ‘gizli niyetler’ aranır durur.)

Hayır. Çünkü ‘din esasları üzerinde uzlaşmak’ öyle kolay bir şey değil. ‘Kimin din anlayışı doğru’ sorusu gündeme geliyor ve çatışmalar çıkarıyor. (Pakistan iyi bir örnek.) Dahası modern toplumlar çok renkli. Farklı inançlara, dünya görüşlerine sahip bireylerden oluşuyorlar. Dolayısıyla ne dine ne de bir felsefi doktrine dayanmayan (yani ‘laik’), sadece vatandaşların hak ve hürriyetlerini garanti altına alan (yani özgürlükçü) ‘liberal demokrasi’ bence en iyi sistem.

Peki Türkiye’de liberal demokrasi var mı?

Olsun diye uğraşıyoruz, ama tabii ki henüz tam yok. Çünkü Humeyni’nin ‘velayet-i fakih’ sistemi kadar bariz ve keskin olmasa da, bizde de bir ‘velayet’ sistemi var. Çünkü bizde de ‘devrim bekçilerine’ anti-demokratik misyonlar biçen bir ‘resmi ideoloji’ var.

Dolayısıyla bu konuyu ele alırken sorulması gereken doğru soru ‘dine dayalı demokrasi olur mu?’ değil, ‘resmi ideolojiye dayalı demokrasi olur mu?’ sorusudur. Cevap da bellidir: Elbette olmaz...

Star, 22.6.2009

Mustafa Akyol

23.06.2009


İmza sahte olsa ne fark eder

Basının ağırlıklı bir kesimi Taraf gazetesinde yayınlanan andıcın altındaki imzanın sahte çıkmasını, en azından sahte olduğunun ilan edilmesini istiyor. Amaç herhalde askerin siyaset üstündeki ağırlığının azalmasını engellemek. İmza gerçek çıkarsa Ergenekon Davası’nın meşruiyetinin de tartışmasız hale geleceğinden, AKP’nin “gizli ajandasını” hayata geçirmesinin önündeki son engelin de kalkacağından korkuyorlar.

Oysa ok yaydan çıktı. İmza gerçekten sahte olsa bile, askerin siyaset üstünde etkili olabilmesine, bundan sonra gazetecileri ve yazarları andıçlayabilmesine, Gülen Cemaati’nde silah buldurmasına, fabrikasyon haberlerle kamuoyunu yönlendirebilmesine imkân yok. Hatta haberler gerçek olsa dahi, inandırıcılıkları olmayacak, çok az insan doğruluğuna inanacak.

Ergenekon soruşturmasının meşruiyetini zayıflatmak için yapılan haberlerin de kıymeti her geçen gün azalmakta. Belki gazete yöneticileri bilmiyor ama Türkiye’de insanlar yargı sisteminin ne halde olduğunu çok iyi biliyor. Adil yargılanma ihlal ediliyorsa sadece Ergenekon zanlıları için değil, hemen herkes için ihlal ediliyor.

Hukuk sistemimiz ne yazık ki çağın çok gerisinde. Hukuk fakültelerindeki müfredattan mahkeme salonlarının şekline, yargıç ve hakimlerin yabancı dil öğrenmesinden anayasanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile tam uyumlu hale getirilmesine kadar, pek çok sorunun çözülmesi gerekiyor.

Güvenlik kuvvetlerinin zafiyetlerini yazan gazetecilere zafiyetin sonucunda işlenen cinayetin katilinden daha fazla ceza öngörülen bir ülke de yaşıyoruz. İfade özgürlüğünün bile garanti altına alınamadığı, şiddet ve nefret içermeyen görüşlerin cezalandırılabildiği bir yer burası. Anayasa Mahkemesi dahi, anayasaya en azından şekilsel açıdan aykırı karar alabiliyor.

Bunların hiçbiri tabii ki Ergenekon savcı ya da hakimlerinin yasaları ihlal etmesini, sağlık nedeniyle bazı sanıkların tutuksuz yargılanmasına karşı çıkmasını haklı göstermiyor. Ancak onların yapmış oldukları haksızlıklar da Ergenekon davasının gayrimeşru olduğu anlamına gelmiyor.

Benze şekilde Albay Dursun Çiçek’in imzasının sahte olması da askerlerin siyasete müdahale etmedikleri, andıçlar yazmadıkları anlamına gelmiyor. Ne yazık ki Türkiye’de askerler siyasete müdahale ediyor ve toplum mühendisliği yapıyor. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat farklı amaç ve tarzlar da olsa askerin siyasete nihai anlamda müdahalesini simgeleyen tarihler.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşanan müdahaleleri, Annan Planı bahane edilerek yapılmaya çalışılan darbeleri, imza sahte çıksa unutacak mıyız? Türkiye’de askerler siyasete asla müdahale etmezler mi diyeceğiz? Ergenekon Davası mı düşecek? Bütün iddianamelerin hayal mahsulü olduğunu mu düşüneceğiz?

Bence bunların hiç biri olmayacak. İmza sahte çıkarsa Türkiye’de çok az insan imzanın sahte olduğuna inanacak. Özellikle de sahte olduğu askeri makamlar tarafından tespit edildiğinde, askerlere duyulan güven daha da azalacak. Bu yüzden AKP’den kurtulmak için umudunu askerlere bağlayanların artık başka araçlar araması; siyaset yoluyla muhalefeti desteklemesi gerek.

İmza sahte çıksa da çıkmasa da Türkiye’de darbeler, müdahaleler, andıçlar devri kapandı. Darbeciler tabii ki bitmeyecek. Mutlaka bazı askerler darbe hayalleri kuracak, bazı siviller de onlara destek olacak. Ama AKP kendi meşruiyetini kendisi erozyona uğratmadığı takdirde, bundan sonra modern ya da post-modern darbe yapılabilecek ortam olmayacak.

Fakat imza gerçek çıkarsa darbe destekçileri ve hayalcileri de azalacak. Ondan sonra andıççı albayın yetkiyi kimden aldığını konuşacağız. Soruşturma derinleşecek, tartışma çeşitlenecek, Türkiye demokratikleşme yolunda daha hızlı adımlarla ilerleyecek. Dış politikasında karşı karşıya olduğu sorunlarla daha büyük bir cesaretle, daha kısa sürede yüzleşecek…

Referans, 22.6.2009

Mensur Akgün

23.06.2009


Kemalizm yerli malı olsa da darbecilik globaldir...

Bazı toplumlar için anayasanın ve demokrasinin korunması ile ülkenin bütünlüğünün ve sınırlarının korunması aynı kapsamdadır.

Tabii ki her ülkede faşistler de vardır, askeri darbeleri çözüm olarak gören Bonapartistler de vardır.

Ama bunlar gelişmiş ve çağdaş uygarlığa ulaşmış ülkelerin marjinalleridir.

Bu ülkelerde kitle partilerinin de kitleye hitap eden merkez medyanın da, darbeci olmaları mümkün değildir.

Örneğin Fransa Cezayir’e 1958’de bağımsızlığını verirken, bir bölüm asker ve bazı yüksek bürokratlar darbeciliğe yönelmiştir.

Ama dönemin Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle, bir yanda Fransız ordusunun ve kitlesel medyanın, dolayısıyla halkın desteği ile bu eylemi bastırmıştır.

İngiltere’de 1960’ların başında İşçi Partisi iktidar olunca, medya patronu Lord Thomson’un da içinde bulunduğu bir grup “Komünizm İngiltere’yi ele geçirdi” gerekçesi ile darbe planlamıştır. Mareşal Montgomery’nin başbakan yapılması planlanan bu planın hazırlayıcıları arasında Hanedan’dan kişiler de bulunmuştur.

Harold Wilson’un Başbakanı olduğu İşçi Partisi hükümetinin İçişleri Bakanı Callaghan bu darbe girişimini öğrenince, darbecileri azarlamış ve fakat girişimi “Çocukça” bulduğu için bunları yargıya göndermemiştir.

Başkan

başkomutandır

1950’lerin başındaki Kore Savaşı’nda Amerikan Ordusu’nun ve BM Gücü’nün komutanı olan 2’nci Dünya Savaşı kahramanı beş yıldızlı general (Yani Amerikan mareşali) Douglas McArthur, ABD Başkanı’nın emirleri hilafına Komünist Çin’le bir nükleer savaşı planlamaya başlayınca, Başkan Truman onu bir günde görevinden almıştır.

Bütün bu sıraladığımız örneklerde bu ülkelerin merkez medyaları her zaman seçilmiş yönetimlerin yanında olmuştur.

Kimse demokrasinin zararlarını tartışmak gibi bir sapkınlığa kapılmamıştır.

Ama gelişmekte olan ülkelerde durum farklıdır.

Bu ülkelerde askerlerin darbe yapmaları doğal karşılanır.

Bu darbeler de çeşitli ideolojik ve siyasal kılıflar gerekçe kılınarak yapılır.

Darbe ertesinde bu ülkelerin merkez medyası darbenin gerekliliğini anlatmaya başlar.

Bu yayınlarla da beyinleri yıkanan kitleler meydanlara dolup darbeyi desteklediklerini açıklarlar.

Darbecilik

globaldir

Bu durum Endonezya’da da, Tayland’da da, Irak’ta da, Suriye’de de, Nijerya’da da, Cezayir’de de, Şili’de de, Arjantin’de de böyle olmuştur.

Bir döneme kadar Türkiye’de de böyle değil miydi?

Yani “Atatürk ilkeleri” bizim malımızdır.

“Kemalizm” yerli malıdır.

Ama “Darbecilik” gelişmekte olan dünya açısından globaldir.

Şimdi Türkiye bu dünyadan ayrılıp, gelişen ülkelerin ve Avrupa Birliği’nin ifade ettiği “Liberal demokrat dünya”ya katılmaya çalışıyor.

İçinde bulunduğumuz tartışmalarla dolu bulutlu ortam, bu geçişin doğum sancılarını yansıtmakta.

Eğer merkez medyanın bir bölümü hâlâ darbeciliğin yanında gibi görünüyorsa, bunu geçiş döneminin kararsızlığı biçiminde değerlendirmeliyiz.

Bu kararsızlığın en son sergilendiği 28 Şubat 1997 post-modern darbesinde bir merkez medya patronu olan Dinç Bilgin’in başına gelenleri herhalde hiçbir medya patronunun unutması mümkün değildir.

Bu açıdan merkez medyadaki bazı marjinallikleri çocukluk hastalıkları olarak görmekten yanayız.

Sabah, 22.6.2009

Mehmet Barlas

23.06.2009


Ne yazık ki yaptırmazlar!

Abant toplantılarından biri daha yapıldı, politikacılar, bilim adamları, yazarlar katıldılar. Konu her zamanki gibi “demokratikleşme sancısı”, siyasi partiler, ordu, anayasa.

Açılışı yapan Bolu Valisi, konuşmasında, yeni ve “sivil” bir anayasa gerektiğini ısrarla belirtmiş (ağzına sağlık) ve de sözlerini Obama gibi bitirmiş:

“Yes, we can.”

Evet, yapabiliriz, demek.

Kusura bakmasın ama biz de şöyle diyeceğiz:

“No, you can’t”.

Daha doğrusu, cümleyi şöyle geliştirelim:

“Unfortunately, you won’t be able to do it.”

Hayır, yapamazsınız, ne yazık ki yapamayacaksınız, yaptırmazlar.

İktidar partisinin, bu koltuk dağılımıyla, yeni bir anayasa hazırlayıp mecliste kabul ettirecek gücü yoktur. MHP’nin “türban açılımı” falan gibi konularda verdiği destek, “samimi” değil, başbakanı zor durumda bırakmak için çevirilmiş ustaca bir manevradır. Başbakan bu tuzağa düştü, daha doğrusu, geri duramadı, adım atmak zorunda bırakıldı ve kaybetti.

Bu meclisten “sıfırdan” bir anayasa çıkamaz, çıksa çıksa “tadilat” çıkar. O da “geri döner”...

Çünkü CHP’nin en ufak bir değişiklik girişimine “şarlayacağı” ve hemen Anayasa Mahkemesi’ne gideceği bellidir.

Anayasa Mahkemesi geçen yıl, kanunları “içerik yönünden” yargılama yetkisi bulunmadığı halde bunu yapmış, yani göz göre göre anayasayı çiğnemiş, yüksek yargı yasamanın yerine geçmiştir. Bürokrasinin beğenmediği hiçbir anayasa değişikliği bu merciden “geçemez”... Bürokrasinin neleri beğenmeyeceği de bellidir. Darbe marbe tartışılıyor ya, sessiz sedasız darbe oldu bile!

Üstelik, TBMM kendini bir “kurucu meclis” yerine koyup, eskisini iptal edip sıfırdan bir anayasa da hazırlayamaz, onun da böyle bir yetkisi yoktur.

Halkoyuna başvurup, yeni bir anayasa hazırlayacak “ikinci ve paralel bir meclis” oluşturmaya çalışmak da, ihtilal demektir.

Yeni bir anayasa, hele bu basınla ve Aydın Doğan Beyefendi işinin başında olduğu sürece de mümkün değildir. Bürokrasiye şirin görünmek için taş koyacaktır.

Biz hep yeni anayasanın özgürlükçü, demokratik falan filan olmasını istiyoruz ama toplumda bunu istemeyen, istemeyecek güçleri yabana atıyoruz. Toplumda bu konuda “konsensüs” monsensüs yoktur. Faşisti bol bir memlekettir burası...

Halk, bürokrasiye kafa tutacak güce erişmiştir, ama onu “yerli yerine koyacak” gücü yoktur. Bu kadarcığı bile Türkiye için büyük bir aşamadır ama yeterli değildir.

Belki başka bir seçim döneminde, başka bir meclis tablosu oluşursa, daha kapsamlı bir tadilat...

Ama, belki... Görünür bir gelecekte yeni bir “silip süpürme” ihtimali de yoktur. İktidar partisinin oylarını yüzde ellinin üstüne çıkarma ve çatlak sesleri kesme ihtimali sıfırdır.

Üstelik anayasalar, sanıldığının ya da inandırılmak istendiğinin aksine, anlaşmayla hazırlanmazlar.

Toplumda o dönem kimin borusu ötüyorsa, anayasayı o yapar. Anayasa değişikliği, toplumda “esaslı bir altüst oluş” gerektirir. Onun ardından gelir. Şu anda kimsenin borusu bu kadar ötmüyor, ufukta bir “alabora” da görünmüyor.

Sistem, kilitlenmiştir.

Maybe another time... Maybe in other, quite different conditions, Mr. Governor.

Sabah, 22 Haziran 2009

Engin Ardıç

23.06.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.