Yalan söz dünyada en büyük âfet,
Ondan çıkar, fitne, fesat, felâket,
Yarab Sana sığınırım yalandan,
Ya doğru söylet, ya dilimi lâl et!
“Yılandan korkmam, yalandan korkarım” diye bir söz vardır. Gerçekten de yalan, yılandan daha tehlikelidir. Zira insanı zehirli bir yılan soksa, en fazla bu dünyadan göçmesine sebep olur. Yani ölüm tehlikesi vardır. Ama yalan söyleyen bir insan ise, ebedî hayatını tehlikeye atar. Üç günlük dünya hayatı nerede, ebedî bir hayat nerede?
Dinimizde hiçbir şekilde yalana cevaz yoktur. Bir hadis-i şerifte, “üç yerde yalan söylemek caizdir” diye bir ifade geçer. Ama onun da şartlarını âlimler “tevile müsait ise” şeklinde belirtmişlerdir. Buralarda söylenecek yalan, sadece bir ruhsattır, ama, aslolan azîmeti tercih etmektir.
Bugün yalan söylemek, “vaka-ı adiyeden” sayılır hale gelmiş bulunuyor. Kimisi menfaat, kimisi ticaret, kimisi siyaset için gayet rahatlıkla yalan söylerken, bazıları da çok masum olduğunu düşünerek şaka yapmak için kolaylıkla yalan söylüyor. Bir de “beyaz yalan, pembe yalan, küçücük yalan” gibi sözlerle yalanı hafife alanlar var.
Peygamber Efendimizin (asm) bir yaşlı hanıma, “yaşlılar Cennete giremeyecek” demesi ve daha sonra da “çünkü Cennet yaşı otuz üç olacak” şeklinde açıklama yapması da gösteriyor ki, şaka yaparken bile doğru söylemeye dikkat etmek gerekiyor.
Bediüzzaman Hazretleri, yalancılığın ne olduğunu şöyle ifade ediyor: “Riyakârlık, fiilî bir nev’i yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.” (Hutbe-i Şamiye)
İnsan ya maddî bir menfaat temin etmek, ya bir zarardan kurtulmak, ya siyasî taraftarlarını inandırmak, ya da yalancı bir şan ve şöhrete sahip olmak gibi sebeplerle yalana başvururlar. Ama er ya da geç, sözlerinin yalan olduğu anlaşılır. “Yalancının mumu yassıya kadar yanar” diye doğru bir söz vardır. Zira, “gerçeklerin birgün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.” Bu dünyada ortaya çıkmasa bile, mahkeme-i kübra denilen büyük mahkemede, kendi eli, dili ve diğer organlarının şahitliği ile yalan söylediği anlaşılacaktır.
Yalan söylemek, hem şahıslar, hem de toplum için büyük bir felâkettir. Üstad Hazretleri’nin yukarıda ifade ettiği gibi, riyakârlık, dalkavukluk, tasannu, nifak, münafıklık gibi neticeler verdiği için, insanlığı zehirleyen bir illetir. Onun için dinimizce de yasaklanmış, yalancıları kötü bir akibet beklediği bildirilmiştir.
Bugün en çok yalanın siyaset âleminde söylendiğine şahit oluyoruz. Muhaliflerini karalamak, kendilerini parlatmak, taraftarlarını bir arada tutmak için yapmadıklarını yapmış gibi göstermek, eskiden yapılmışları ya inkâr etmek veya kendilerine mal etmek gibi gayretleri, bu menfi davranışların başında gelmektedir.
Yalancılığın zıddı, doğruluktur. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Münâzarât” adlı eserindeki şu kısa diyalog, doğruluğun önemini vurgulayan güzel bir örnektir.
“Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
Cevap: Doğruluk.
Sual: Daha?
Cevap: Yalan söylememek.
Sual: Sonra?
Cevap: Sıdk, ihlâs, sadâkat, sebat, tesanüd.”
Her suale verilen “doğruluk, yalan söylememek, sıdk” gibi cevaplar, aynı mânayı ifade ediyor gibi görünse de, birbirine kuvvet veren ifadelerdir.
Yalanın ve yalancılığın ne kadar rezil bir şey olduğunu ifade etmeye çalıştığımız bugünkü yazımızı, doğru bir sözle bitirelim:
“Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir.”
(Mektubat, 22. Mektup)