"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ey hürriyet-i şer’î!

Abdülbakî ÇİMİÇ
14 Aralık 2020, Pazartesi 00:05
Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler - 60

Bediüzzaman’ın ilk hürriyet fikirlerine 1894-95 yıllarında Mardin hayatı devresinde tevafuk ediyoruz. Mardin’e gelmeden önce Birinci Meşrûtiyet ilân edilmiş, herkesin dilinde meşrûtiyet ve hürriyet dolaşıyordu. Bediüzzaman da bu sohbetlere bigâne kalmıyor, katılıyor ve fikir beyan ediyordu. Özellikle hürriyete, İslâmiyet namına sahip çıkıyor, “İmân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet”1 diyerek muhalif olanlara karşı meşrûtiyeti ve hürriyeti şerîat nâmına alkışlıyordu. İkinci meşrûtiyetin ilânından sonra da meşrûtiyet ve hürriyet tekrar çokça tartışılır olmuştu. Yeni bir asrın başında şiddetli hadiseler yaşanıyor, zaman ve zemin yeni inkılâplara zemin izhar etmeye hazırlanıyordu. Elbette gündeme yeni düşen kavramlardan birisi de hürriyetti. “Nedir şu hürriyet ki, o kadar tevilât onda birbiriyle çekişiyorlar?” 2 sualinin cevabını da Bediüzzaman veriyordu.

Hürriyet sade mânâsıyla; serbest ve hür olmaktır. Herkesin meşrû hareketlerinde tam serbest olmasıdır. İradenin ve seçme kabiliyetinin serbestçe kullanılması demektir.3 Allah’ın eşref-i mahlûk olan insanoğluna bir hediyesi olan hürriyet, insanın temel haklarının en önemlisidir. Ferdî ve toplumsal tekâmülün temel niteliği olarak kabul edilen hürriyetin olmadığı zeminlerde, insanlıktan söz etmek mümkün değildir. Çünkü hürriyet, “İnsanı hayvanlıktan kurtarır, insanı hakîkî insan yapar.” Daha da doğrusu iman ile parlayan hürriyet “İnsanı insan yapar, belki de mahlûkata nazenin bir sultan yapar.”

Hürriyet, bütün insanlık için ekmekten daha önemli bir haktır. Âlem-i İslâm’ın hâl-i hazır vaziyeti ve fukaralığının sebebi, İslâm’ın ayrılmaz bir parçası olan hakîkî hürriyeti bir türlü yakalayamamasıdır. İslâm âleminin, İslâmî olmayan pek çok fiillerinin esiri olduklarını görmek hâl-i hazır durumu göstermektedir. İstibdat, zulüm ve tahakküm altında yaşamak zorunda kalan insanların kendilerini ifade edebilmeleri, kabiliyetlerini inkişaf ettirebilmeleri neredeyse mümkün değildir. Fazîletli imân sahibi bir fert, akıl ve kalb ittifakını sağlayan, öz güveni tam, sadece Allah’a kul olup kimseye boyun eğmeyen, başkalarına da tahakküme tenezzül etmeyen bir insan olmalıdır. Bu, hakîkî insan olmanın da bir gereğidir.

Allah’a hakîkî kul olan bir insan başka insanlara tahakküm etmez. “İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu. Şerîat da hürdür, meşrûtiyet de.”4 İmân insanı doğrudan doğruya Sultan-ı kâinata bağladığı için, kâinatın Sultanına bağlanan birisinin, başkasının tahakkümü altına girmesine, başkaları istiyor diye hürriyetinin kısıtlamasına razı olmasına imkân ve ihtimal yoktur. Hürriyetin, daha doğrusu hür ve doğru hürriyetin en veciz tarifini Bediüzzaman yapmıştır. Evet, Bediüzzaman hürriyeti; “Hürriyet odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın. Yani tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir.”5 diye tarif eder. 

Hem “Hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe (edeplenmek) ve mütezeyyine (ziynetlenmek) olmak lâzımdır. Yoksa sefahat (haram eğlenceler) ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır”6 sözleriyle gerçek hürriyetle beraber, hürriyetsizliğin de tarifini yapmıştır.

Ömrü boyunca hürriyeti rüyalarda takip edip ve o sevda ile her şeyi terk eden ve “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.”7 diyen Bediüzzaman, hürriyeti bir başka tarifinde de şu şekilde izah etmektedir: “Hürriyet budur ki; kànun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukûku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşrûasında şahane serbest olsun. Hürriyet, Rahman olan Allah’ın bir hediyesidir. Ve imanın bir hassasıdır. İnsana karşı hürriyet Allah’a karşı ubudiyeti intaç eder. Evet, güneş gibi parlak, her ruhun maşûkası (aşkı) ve cevher-i insaniyetin küfvü (dengi) o hürriyettir ki, saadet saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyinedir.”8

Hürriyet-i şer’iye, Cenâb-ı Hakk’ın rahman, rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve îmânın bir hassasıdır. İmân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İnsan hürriyet ve meşveret-i meşrûa ile tekâmül eder. Her alanda makes bulmalıdır. Bediüzzaman, “hiçbir kayıt altına girmemiş ve hürriyetini hiçbir şeye ve lezzete feda etmemiş ve hattâ zaman-ı istibdatta hürriyetin ünvanı ve en müsait bir zemini olan divaneliği kabul etmiş ve âlem-i gayptan gelen bir seda-i mânevî vicdanında taninendaz olarak (çınlayarak) kalbindeki İslâmiyet’i tehyiç ve gayretini temviç ederek bu hararetli hissiyatını aks-i sedası gibi izhar eylemiş bir”9 mütefekkirdir. Çünkü “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. Sâni-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek, ne kadar imâna kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. Amma, hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi, insaniyet nokta-i nazarında zarurîdir.”10

Madem hakikat böyledir, öyle ise biz insancasına ve Müslümancasına yaşamak için; hürriyet-i şer’iye zemininde, imânın bizlere bahşettiği hürriyetten hakkıyla istifade etmek istiyoruz. Âlem-i İslâm’ın en büyük problemlerinin başında istibdadın içimizde hayat bulması ve hürriyet-i şer’îyenin te’sis edilememesi gelir. 

İnşâallah istibdadın kırılması ve hürriyet-i şer’iyenin te’sis edilmesi ile insanlık âlemi ve âlem-i İslâm nefes alabilir ve rahat edebilir. Bediüzzaman bu vazifeyi ahrar ve hürriyetçilerin yapacağını söyler. “İnşâallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.”11 der.

Dipnotlar:

1- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 293. 

2- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 235.

3- Osmanlıca-Türkçe Lügat, s. 488, Yeni Asya Neşriyat.

4- Eski Said Dönemi Eserleri (Makalât), s. 52. 

5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), s. 236.

6- Age, s. 236.

7- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 718.

8- Age, s. 238.

9- Eski Said Dönemi Eserleri (Makalat), s. 39.

10- a.g.e, s. 73.

11- Emirdağ Lâhikası-II, s. 520.

Okunma Sayısı: 4188
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    14.12.2020 16:14:54

    Üstad Mardin' e geldiğinde meşrutiyetim kalbi olan 1876 meclisi çoktan kapatılıp olağan üstü hal ilan edilmişti.İstbdat hükümferma idi. 1894/95 te meşrutiyet ve hürriyet ihtyacı zirvedeydi. Üstad ilk gençlik yıllarında bu arayışın peşine düşüp Mardin' e geldi aradığını buldu. N.Kemal' in Rüya makalesi ve C.Afgani' nin iki talebesi; hürriyet ve siyasette orta yolu üstada gösterdiler.

  • A. AYDIN

    14.12.2020 01:08:03

    Allah razı olsun. Buralar daha çok dikkatimi çekti: "HÜRRİYET: Kànun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukûku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşrûasında şahane serbest olsun." HÜRRİYET: "Âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.” "Hürriyet-i mutlaka, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi, insaniyet nokta-i nazarında zarurîdir.”

  • Mahmut Avcı

    14.12.2020 00:15:45

    İnşaAllah Ümidvarız şimdi İstikbalimizden de.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı