Önceki günlerde medyadan okudunuz. Yeni Zelanda’nın pek de eski olmayan 42 yaşındaki altı yıllık Başbakanı Jacinda Ardern, şubat ayında başbakanlıktan ve İşçi Partisi liderliğinden ayrılacağını ve bu yıl 14 Ekim’deki genel seçimlerde yarışmayacağını açıklamış.
Kendisi, dediğine göre “sadece bir yıl değil, bir dönem daha hazırlanmanın bir yolunu bulmayı ümit” etmiş ama bunu başaramamış.
Ayrıca “Ülkenize barış zamanında liderlik etmek bir şey, kriz sırasında onlara liderlik etmek başka bir şey …Artık bu işin hakkını verecek kadar yeterli olmadığımı biliyorum. Devam edersem, Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olurum.” demiş.
Zavallı Yeni Zelanda.
Bir M. Kemal’i yok. Bir İnönü’sü yok. Bir Erdoğan’ı yok. Gariban ve başarısız ve dolayısıyla çabucak pes eden başbakanlarla oradan oraya savrulup duruyor.
Hem o kadar bahtsız bir ülke ki başbakanı dünyanın en genç kadın başbakanı. Hem de işi gücü yokmuş gibi çoluk çocuk doğurup büyütmeye kalkıyor ve altı hafta doğum izni kullanıyor. Altı hafta. Altı…
Zaten ülkesinin düşmanı da yok. Bir düşman bile edinmeyi başaramamış bir boşbakan kendisi.
Düşmanı olmayınca ülkesinin de kendisinin de değeri de yok.
Aslında benzer zavallılık Almanya’nın da başında. Onun da bir Merkel’ı vardı ve pes edip gitmişti.
Oysa Türkiye öyle mi?
Çok değerli bir ülke. Hem ülkemizin ve hem de ülkemizdeki devletimizin çok düşmanları var.
Bu yüzden, değişmez milli ve ebedi şeflere ihtiyacımız var.
Mesela bu yüzden “kurtarıcı Erdoğan” var.
Kendisi aslında pek de istekli değil ama kadirşinas milletimiz -elbette kendisinin eşi benzeri olmadığı için- ısrarla liderini işbaşında görmek istiyor.
Çünkü onun gibi iyi yönetecek başka bir -erkek ya da kadın- adam yok.
Hatta partisi “iki dönem kuralı”nı ülkenin ona ihtiyacını gördüğü için kaldırdı. (Tam hatırlayamıyoruz ama galiba “partisi” kaldırmıştı!)
Hatta en sıkı muhalifi olan siyasetçi bile ülkenin ona ihtiyacını gördüğü için onun hakkında eski söylediklerini unuttu, eski tükürdüklerini yalayıp yuttu ve onu ebedi cumhurbaşkanı, tek yetkili, tek adam “yaptırdı”.
Hatta kendisi son on yıldır seçimlerde her seferinde bizden “bu sefer son kez” diyerek oy istiyor. Ama biz ısrar edip “oyun üçtür, oynamayan…” diyor ve kendisini göreve davet ediyoruz.
Çünkü bizim ülkemiz değerli. Değer bilen bir lider olmadan bizde işler yürümez.
Hem bizim düşmanımız da çok. Düşmanlarla boğuşmayan bir lider bizde iş yürütemez.
Gerçi Erdoğan AKP MKYK’da galiba “Batılı liderler benimle devam etmek istiyorlar” türünden bir şeyler demiş ama onun bir önemi yok.
Onun maksadı başka. “Düşmanımız yok” demek istememiştir. Sadece “düşmanlarımız lider olarak beni görmek istiyorlar” demiştir.
Artık anladınız siz onu…
Ve artık anladınız siz bizi!