Müslümanlar İslamiyet’i yaşayarak temsil edebilseler, samimiyetle Müslüman olmak isteyen Batılıların önünde fazla bir mani ve bir mesele kalmayacak. Hele biz. Hele Türkiye.
İktibas Dergisi’nin internet sayfasında Ankara İlahiyat Fakültesi’nin hocalarından Prof. Dr. Mehmet Akif Koç’un bir konuşması yayınlanmış.
Tümü önemli ama özellikle doğru değerleri doğru şekilde temsil etmekle ilgili bir yeri dikkatimizi çekti. Şöyle:
“Bundan önceki Alman Şansölyesi Gerhard Schröder. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinin başındayken, Almanya’yı yönetirken; ana bir, baba bir, öz ağabeyi Almanya’da neyle geçiniyordu bilin bakalım? 8 ay iş bulamadı, işsizlik maaşıyla geçiniyordu. 8’inci ay iş buldu. Nerede buldu bilin bakalım? Kanalizasyon şirketinde. Ağabeyi 5 sene Almanya’yı yönetti, o da 5 sene kanalizasyon işçisiydi. Bu olay, … hiçbir Müslüman ülkede olamaz şu anda, Bangladeş’te bile olamaz. Sen daha diyorsun ki niye Müslüman olmuyorlar? Adam böyle bir pozisyondan öyle bir pozisyona geçer miyim diye düşünecek.”
Aynı web sayfasından okuduğumuz “Ankara Düştü” başlıklı yazısında Ümit Aktaş da belediye seçimlerinin sonuçlarının tahlili sadedinde ama aslında temsil ile ilgili olarak şunları yazmış:
***
Yirmi beş yıl önce, 1994 yılında seçimi kazanan Refah Partili belediyeler, Türkiye için yeni bir başlangıcın ve aynı zamanda sosyopolitik değişimin işaretini vermişlerdi…
Ne var ki bu toplumsal hareket… kendisini iktidara taşıyan demokrasinin temel ilkelerine riayetkâr davranmak yerine buradan kendisine ebedi bir muktedirlik hakkı çıkarmaya çalışarak, tam da bir kuşak sonrasında aynı sonuçla karşı karşıya gelecek; bu kez Ankara yeniden düşecek ve İstanbul kaybedilecektir.
… her sapma ve kırılma noktasında, “durun bakalım, ne oluyoruz, bunların kitapta yeri var mı, insanlığın ortak değerlerine, iyiliğe ve meşverete uygun mu?” demek yerine, “büyüklerin bir bildiği vardır, düşmanları sevindirmeyelim” deyip susmayı tercih ederek sonucu belli olan bu gidişat karşısında suskun kalınmıştı. … Oysa sürdürülmekte olan giderek aşikârlaşan bir biçimde yoksulların ve yoksunların değil, zorbaların ve mağrurların iktidarıydı. Halk ise doğrusu bu konuda oldukça sabırlı ve ferasetli davrandı. Yeniden fırsatlar verdi iktidara. Ama iktidar her defasında bu fırsatları halkın açtığı krediler olarak görmek yerine kendi becerisinin ve gücünün bir sonucu olarak değerlendirdi. Eleştirinin tüm imkânlarını yok ettiği gibi, kendisi de adım adım uzaklaştı özeleştiriden … Dostluğun ve barışın imkânları değil, düşmanlığın ve ihanetin söylemleri yaygınlaştırıldı. Tüm bunlar yapılırken de kapitalizm tüm değerleriyle en mahrem noktalarımıza kadar sokuldu. AVM’ler, şehirlerin en görkemli tapınakları haline getirildi. Bunların üzerine çekilen sahte bir dindarlık cilası ise, sadece münafıklıkları artırdı. …
Hani kardeşlik ve insanlık değerlerimiz? Bilinen tüm toplumsal değerleri hüllelerle yerinden etmedik mi? Kendimize yapılan adaletsizlikler konusunda feveran ederken, adalet kurumuna görkemli binalardan, silahlarla donanmış korumalardan, lojmanlardan ve pahalı makam otolarından başka ne kazandırabildik?
***
Bu değerlendirmelerden bizim anladığımız özetle şu: Türkiye’de dindarlar devlete yakınlaştıkları ölçüde İslamiyet’i temsilden uzaklaşıyorlar.
Eğer biz şu devlet denilen tuzaktan kurtulabilsek ve dini hakkıyla temsil edebilsek var ya…