“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
(Hz. Muhammed [asm])
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesi’nde diyor ki; “Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.” (Mektubat, s. 309) hak böyle iken, zalim kim olursa olsun; ister dindar olsun, ister dinsiz olsun fark etmez. Her hal-u kârda zalimliğini haykırmak, duyurmak her insanın bilhassa mü’min olan bir insanın vazifesidir. Tarih boyunca şahit oluyoruz ki, mühim ve büyük zatlar bu vazifeyi bihakkın ifa etmişlerdir.
Zalimler eliyle gelen musîbetlerde ‘kader adalet eder, beşer zulmeder’ hükmünce, “Kader-i İlâhî isyanımız için musîbet verir; on rızadade olmak, o günahtan tevbe demektir. Evet, aynı şeyi –hem musîbettir- Allah verir, adalet eder; çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder” (ESDE, s. 323) kader-i İlâhi’nin hükmüne boyun eğmek, zalimin zulmüne göz yummak demek değildir. Yaşanan zulümler, haksızlıklar karşısında susmak veya sessiz kalmak mü’minin şe’ni değildir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin dikkat çektiği gibi, “Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlîcenabane afvetmesi ve bir tek haseneyi ve binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan bir tek haseneyi görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musîbet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.” (Kastamonu Lâhikası, s. 48) hâlbuki bunun vebali son derece ağırdır. Çünkü “zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur” (KL, s. 215) zulümler karşısında, “mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musîbeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.” (KL, s. 117)
Her zaman ve zeminde adalet-i mahza olan tam ve hakikî adaleti nazara veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda şu hakikati haykırmaktadır: “Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Hâlbuki bir masumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç câni için zararlara sokar. Meselâ: Hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar vâlide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirane adavet etmek, şefkatin esasına zıddır. Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 67) Mü’min olan bir insanın ölçüsü Kur’ân’ın tarif ettiği hakikî adalet olmalıdır. Masumiyete sahip çıkmaktır. “Yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afuvkârane bakmağa hakkı yoktur, zulme şerik olur.” (KL.48)
Hak, hukuk adına adaleti istemek ve masumiyeti veya masumları savunmak; masumun veya masumların ideolojisini veya düşüncesini savunmak değildir. Bu durum karıştırılmamalıdır. Biz Yeni Asya camiası olarak, Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’nden aldığımız Kur’ânî ölçülerle her zaman zalimin karşısında mazlumun yanında yer almışız. Meselâ Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Divan-ı Harb-i Örfide yaptığı müdafaayla yüzlerce masumu idamdan kurtarmıştır. Ve orada haykırarak söylediği “Yaşasın Cehennem” sözünü zalimler için söylemiştir. Buna dikkat çekmekte fayda vardır. “Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 266) diyerek insanlığın selâmeti için hakikî adaletin tesisinin elzemiyetini belirtmiştir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin çok manidar şu ifadeleri de dikkate alınmalıdır: “Yeis ve suizandan neş’et eden zaaf-ı kalb; mazlumun, zalimin darbelerinden mütevali anlamından in’ikas eden teellümatı kendi vicdanından izale için, mazlumun istihkakını arzu edip bahaneler bulur, “Müstehaktır” der. Sefil, güneş vermezse, gölge edip manen zulme de yardım etmesin” (ESDE. 453) velhasıl: Semavata işittirecek derecede bağırmak istiyoruz: “Zalimler için yaşasın Cehennem.”