“Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, şol göz yumup açmış gibi.”
Yunus Emre
Birgün babama sormuştum:
“Baba bu yaşa geldin, ömrüne şöyle bir bakınca ne görüyorsun?”
“Gün bugün, saat bu saat” demişti.
“Peki” diyerek bir soru daha sormuştum:
“Bedenin ihtiyarladı ama nefsin de ihtiyar oldu mu?”
“Doğru, beden ihtiyar oluyor, vücut zayıfladı ama nefsin ihtiyar olmaya hiç niyeti yok.”
İşte kendisiyle bu tür konuşmalarımız ve daha nice sohbetlerimiz olan sevgili babacığım, geçenlerde bu dünya hayatına gözlerini yumdu. Nüfus cüzdanındaki kayıtlara göre 1916 doğumlu olan babam, böylelikle 95 yıllık bir ömrü tamamlamış oldu. (Hepinizin geçmişine rahmet olsun.)
Teselliyi Nurlarda arayan ve bulan bizler için Allah’tan gelen herşey güzeldir. Şimdi şu satırları okuyanın gam ve kederi kalır mı?
“Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz...” (20. Mektub, Birinci Makam’ın sonu)
Doksan beş yıllık ömrünün son 55 yılına yakînen şahitlik ettiğim babamla aynı evde çok güzel hatıralarımız oldu. Hanım ve çocuklarımız da ona çok iyi davrandılar. Şimdi iyi hatıraları anıp ferahlıyoruz. Sizlere de âcizâne tavsiyem, anne-babalarınıza çok iyi bakınız. Emin olun, bu vesileyle, hem dünyada hem ahirette yüzünüz ak ve pak olacaktır. 25 yıllık Yeni Asya bürosunda devam etmem onun desteğiyle oldu. Evin masraflarını o karşılardı. Hanım ve çocukların ihtiyaçlarıyla benden daha çok o ilgilenirdi. “Sen işine bak, büroyu aksatma” derdi. Emekli maaşıyla evi idare ederdi. Hem de talebelere yardımcı olurdu. Sohbetlere gelemezdi. Fakat “Bugün ne okudunuz, şöyle bir özetle” derdi. Bazen bir konu olduğunda “Üstad ne diyor?” derdi. Ben de “Böyle böyle diyor...” dediğimde “Tamam, o ne diyorsa odur. Başka söze ne lüzum var?” derdi. Köyde aksattığı namazlarını Malatya’ya gelince son günlerine kadar hiç aksatmadı. Hacca gidip geldikten sonra hastalıklarla uğraşmasına rağmen hayattan hiç usanmadı. Sanki adım adım, bizi alıştıra alıştıra vefat etti.
Bütün ehl-i imana ve nur dostlarına selâm ve duâlar eder, duâlarını istirham ederim.