İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (ra), “büyük imam”, büyük müçtehid, İslâm’da hukukî düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli etkisi olup filozofları dahi etkileyen bir hukuk dâhisidir.
“Haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse” (İbn Hacer el-Heytemî, s. 32) olarak şöhret bulmuş. Onun önderliğinde başlayan Irak fıkıh ekolü künyesine nisbetle “Hanefî mezhebi” adını almıştır. İmâm-ı Âzam Hukukî düşünce ve ictihad metodunda bir çığır açmıştır. İmam-ı Azam’ın (ra), “rey okulunda” meseleleri şöyle çözer, içtihadları şöyle yapardı:
“Kendisi bir meseleyi ortaya koyar (veya bir fetva, soru sorulursa) halli için herkesin re’yine (görüşüne) müracaat eder ve kendisinin reyini dahi ortaya koyar. En az bir ay ve daha ziyade münazarayı devam ettirir ve herhangi bir re’yin mütalaasının delilleri meseleyi tamamen izah edince Ebu Yusuf onu yazardı. Diğer imamların hılafına (aykırı, farklı olarak) ferdi ictihad ve zorlayıcı şahsi re’y yerine kendi mezhebini dayanışmaya inhisar ettirmiştir.” (İbn-i Hatem El-Heytemi (terc.) Fıkıh Sultanı İmam-ı Azam Ebu Hanife, s. 11.; Muhammed Hamudullah, s. 38.)
İmam-ı Azam, sadece olmuş olan olaylar hakkında değil, olmamış, yahut olması ihtimal içinde bulunan ve asırlarca sonra lazım olan meseleler hakkında da fikir yürüterek içtihadda bulunmuştur.” (A.g.e) Ki, Bediüzzaman bu noktaya şöyle yaklaşır:
“İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak bid’atkârâne bir hıyânettir.” (Mesnevi-i Nuriye, 78.)
Yatsı namazını kıldıktan sonra sabaha kadar ilim, dua, zikir ve Kur’an okumayla meşgul olan İmam-ı Azam’ın, 40 yıl boyunca sabah namazını yatsı abdestiyle kıldığı rivayet edilir.
Mezhep imamlarının Kur’an’daki aynı meselede farklı hükümler çıkarmalarının zaruret ve hikmetini de şöyle izah ile ispat eder Bediüzzaman: “Eğer desen: ‘Hak bir olur. Nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?
“Elcevap: Bir su, beş muhtelif mîzaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır, şöyle ki: Birisine, hastalığının mîzâcına göre, su, ilâçtır; tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir, âfiyetle içsin; tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki, ‘Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur?’ (Sözler, s. 447.)