Uzun yıllar medresede okuyan molla, “usûl-belâgat ve beyan” ilmine gelince hocasına, “Ben artık olgunlaştım, gidiyorum!” der. Müderris: “Etme eyleme, şu kitapları da oku! Çünkü kazandığın ilmi nasıl satacağını onlardan öğreneceksin!”
Dinlemez ve çekip gider. Bir gün Cuma namazı için bir köy camisine gider. Hatip, hutbeden yarım yamalak, yanlış şeyler söyler. Namaz biter-bitmez cemaate çıkışır:
“Muhterem cemaat, siz bu cahil adamı nerden buldunuz, ne diye hutbeye çıkardınız!”
Köylüler, senelerdir âlim diye benimsedikleri hocalarına söylenenlerden hoşlanmaz. O da bu durumu değerlendirir: “Bizi imtihan ediniz, ikimiz de öküz yazalım, bakalım kimin yazdığı doğru!” der. Medrese kaçkını, “rika” hattıyla güzel bir “öküz” döktürür. “Hocaları” ise, bir “öküz kafası” çizer... “Bakın bakalım, hangisi öküz?” Okuma yazması olmayan köylüler, kendi hocalarının çizdiği “öküz kafası”nı gösterir. “Yıkın, hocamıza iftira ediyor!”
Kan revan içinde kalınca aklı başına gelir ve medreseye döner: “Aman hocam, belâgat ve beyan ilmini okuyayım!” Okur. Ve yine aynı köy. Güya hoca yine “yuvarlıyor!” Namaz biter. Belâgat ilmini okuyan cemaate döner: “Muhterem cemaat! Bu evliyayı nerde buldunuz? Her sakal telinde 70 bin melek zikrediyor! Hocam, hatıra olarak iki adet kıl alayım!”
Köylüler hücum eder ve hocanın saçını-sakalını yolup perişan ederler...
Farz edelim ki, vaiz-vaize veya imam hatibiz. Kesinlikle, “Gel Müslüman, camiye gel! Günlerdir, haftalardır neredesin! Ayda, yılda bir geleceksen hiç gelme!” gibi itici bir üslûp asla kullanılamaz.
Fakat şöyle nazik ve düşündürücü bir üslûp kullanılabilir: “Efendim, geçen sene bayram namazından sonra camide bir ceketin unutulduğunu fark ettik. Her hâlde vakit namazına gelir, ceketini alır, diye düşündük. Vakit namazlarına gelmeyince, her hâlde Cuma namazına gelir, diye bekledik. Aradan aylar geçtiği hâlde, ceketi soran olmayınca, zayi olmasın diye muhtaç birisine verdik. (...) Siz de, şayet ceketinizi unutursanız, sakın diğer bayrama kadar beklemeyin, hemen gelin ceketinizi alın!” (Güzel Konuşmanın Sırları, s. 28)
Bu üslûp ile hem siz maksadınıza ulaşır; hem de insanları rencide etmemiş olursunuz.