"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayatı okuma diploması (9)

Ali HAKKOYMAZ
20 Eylül 2019, Cuma
Said Nursî’nin “makam”larına bayılıyorum. Ağaçların tepelerinde kulübecikler kurmuşluğuna... Onu da çok gördüler ki Çam Dağı’ndaki çam ve katran makamını da kesip attılar.

Ne istedilerse o ağaçlardan! O, ağaçları da kardeşi bilmişti halbuki. Kuşları, kuşçukları... Yıllar sonra sürgün evinin önündeki çınara sarılıp ağlayışı nasıl bir şey! Biz birbirimize zor sarılırken; bu ağaç muhabbeti dünyadaki bütün savaşları bitirir. Hapishanede çamaşır ipine konan sinekleri kovalayıp çamaşır asacağım diyen talebesine, kuşçuklarımı niye rahatsız ettin, diye sitemlenmiş. Talebesi de Üstadım onlar da kendilerine başka bir yer bulsunlar, demişti! 

Kâinat Kitabı’nı okullar okutmayı beceremiyor. Açıkçası ben Sonsuz Sanatkâr’ın kitabının sayfalarına eğilmeyi, yıldızlarına göz kırpmayı, ayına el sallamayı, bulutlarının peşine takılmayı, gökyüzünü içime doldurmayı, narı dalında okşamayı, öpmeyi ondan öğrendim. 

Bu öğrendiklerimi anlattıklarımdan gelen akislerden biri de bu aşağıdaki paragraf:

“Ve gece yarısı çocuk çığlıkları arasında içindeki kuyuda boğulup dururken; kalbinizi durduran, bedeninize rahmet dolduran tecelliye elinizi kapatmamışsınız. Aynı göğe bakıp aynı ay’ı seyreden kimseleredir sözüm; Kâinat Kitabı’nın okuyucusuna.”

Esmâ tecellilerini okumadan gitmeye dense dense cehalet denir ancak. Bu kitap insan için yazıldı ve insan ne için yazıldı?

Taşlar, yıldızlar, ay, bir tepecikteki sarı çiçekler, bulutların akın akın yolculuğu, alnına değen rüzgâr, baharın kokusu, sonbaharın hüznü ile kardeş, sırdaş Said Nursî’yi okumak; bir karıncayla, köşedeki akşam sefalarıyla arkadaş olmaktır.

Said Nursî sizi sadece çiçeklerle, kuşlarla arkadaş eylemiyor; kaderinizle de barışık yaşamaya çağırıyor. 

Meselâ Cemil Meriç kader ve hürriyet arasında bir yakınlık kuramayınca çıldıracak gibi olur ve Nur Talebelerinin Kader Risalesi’ni okumalarıyla: “Evlâdım, bundan böyle ben konuşmayayım; siz bana Risale okuyun.” der. Kader Risalesi’yle derin bir bir nefes alır. Kaderle ilgili kafasını meşgul eden acılardan kurtulur. Kırk Ambar’ında Kader Risalesi’nden kaderine düşenlerin notunu düşer.

Kolay kolay imza, üslûp beğenmeyen Cemil Meriç, Tanzimat’tan bugüne Said Nursî dışında münevver çıkmadığını söylüyorsa; bir bildiği olsa gerek...

Şunu söylemesem olmaz: “İnsanı ve bu âlemi son defa okuyan diye/bildiğim Said Nursî (insan olan insana) çok tanıdık biri... Said Nursî’den uzak kalmak insanın kendisiyle yabancılaşması demekten de kendimi alamıyorum. Bu da böyle... Ne yapayım; bendeki izi bu; sizi nerden bileyim! 

Evi barkı, çoluğu çocuğu, ocağı bucağı yok. O uçsuz bucaksız kâinatı vatanı bilmiş, adres eylemiş. Kapı gibi tapuları, yok... Onun kapısı Fettah... Yani tapusu Esma-ül Hüsna... Tapuyu tabu edinenlere inat; Padişah’ın da, son Sadrazam’ın da, ilk Reis-i Cumhur’un da menkullerini, gayrimenkullerini bu yüzden reddeder. 

Hiçbi’ şeysizliğin sonsuz zenginliğindedir gözü, gönlü... Haklı da çıkar. Sonraları başına geleceklere bakılırsa; alsa bile muhtemelen o aldıklarına el konacak ve bir sürü gürültü çıkacaktı. Hapislerde yatacak, sürgünlerde gezecek adama mal mülk ne gerekti ki... 

Diploması da yoktu. Daha doğrusu ona diploma vereceklerin kelimesi, ilmî, edebî, edebiyatı, cesareti, tecrübesi ondan fazla olmalı değil miydi! Nitekim kısa bir medrese hayatını yarım bırakıp yollara düşecekti. Düşüş o düşüş... 

İçeride silâh gibi kullandığı kalemini, cephede silâh kullanırken de bırakmayacaktı. Hem çarpışıyor hem de koca bir kitabı cephede bitiriyordu. İşte orada esir de düşecekti.

Bir ilmî toplantıda koca koca âlimlerin kocaman sorularına tereddütsüz cevap veren bu delikanlıya zamanın estetiği, güzeli, edebiyatçısı, efendisi, yenilmezi, pürüzsüzü anlamında “Bediüzzaman” diyeceklerdi. Her isim bir dilek, temennî, arzu, istek, emel, ümit, beklenti, duâ ya... Said... isminin konuluşu da boşuna değil... Yani? Yanisi şu: “Güzel olacaksın ey çocuk, güzel kalacaksın, güzellik alıp güzellik satacaksın. Çağ aç gözlü, ama sen tok gönüllü olacaksın. Çağın açığı çok ve bu açıkları sen yamayacak, kapayacaksın. Çağın modasına, edasına, sedasına, fiyakasına, kaprisine kapılmayacaksın.”

Said Nursî peşine çok düştüğümüz ve çok zaman da elde edemediğimiz “yaşama sevinci”ni kalbimizin ortasına bırakıyordu. 

İşte bu sözü de benim hayat felsefem olacak ve beni nice sıkıntılardan çekip çıkaracaktı: “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Zaten kötü düşüncenin “düşünce” olmadığını öğrenmiştik.

Sanki biz demişiz ki Said Nursî’ye:

“Bana bir yaşamak söyle;

Elleri cömert bir yaşamak...

Kuş şenliği, yaz gölgesi...

Daha ne varsa baharlardan...

Bana bir yaşamak söyle...

Saadet toplayalım dallardan.”

O da o yaşamakları dağlardan, harp meydanlarından, Meclis kürsüsünden, medrese-i Yusufiyelerden/hapislerden, Medresetüzzehra diye adlandırılsa seza o mütevazı dersanelerden, kendisine çok bağlı Sıddık Süleyman’ın Cennet Bahçesi’nden bizlere postalayacaktı. 

Okunma Sayısı: 1273
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı