Ölümü unutunca başlıyor; yaşamanın hakikisini unutuşlar. Hiç gitmeyecekmişiz gibi dünyanın her ân koptu kopacak kulpuna (diplomasına, parasına, şöhretine, sevincine yasına...) yapışıyoruz. Sonra vıcık vıcık oluyor ellerimiz, kalbimiz, aklımız...
Dünya aklını başına almalı; kalbini yerine koymalı. Dengesini ve duygusunu kaybeden dünya; herkese kaybettirir! Sahne yanarken; sahnenin gerisindekiler nereye kadar gülecek?!... İki kere iki her zaman dört etmiyor; aksine “dert” ettiği çok!
Senaristlerin tarih, edebiyat, estetik, insaf bilgileri, telâkkileri/algıları çok hasarlı ve çok zaman da yok ve veya daha şeyler...
(Kıştayız sayın “tezgâhçılar!” Kestane tezgâhlarında alınteri var. Kestane kokusundan haberiniz yok! Bir gelin, görün; silâh ve para kokusundan iyidir! Buraya birden niye geldim ki; öyle. Bu kenarda dursun hele.)
*
Bir hayat şekli biliyorum.
Hz. Âdem’den bu yana çok az insanın -her şeye rağmen- tercih ettiği: Sivil hayat.
Onlar emretmeyi de sevmez; emir almayı da... Sadece ve yalnız hakikatin emrindedirler.
*
Sivil hayatı sefilleştirmeye ha gayret niye böyle hızlı? aşağıdaki mısralar onu söylüyor olmalı... Kuşlar, çiçekler, ağaçlar sivil şeyler...
Şu fotoğrafımıza bakalım:
Bu şehirlerde; yabancıyım kendime.
Son kalan ağaçları da kovuyorlar.
Kuşların çığlıklarına aldırmadan; ev yapıyorlar.
Yuva yıkan adamlar yuvalanmış şehirlere.
Şehirler kuş ağıtlarıyla dolu.
Kuşları, gölgeleri silkeleyip ağaçlardan;
Kendilerine gökkatlı kafesler yapıyorlar.
Masumdur kuşlar;
Yıkar ahları yuvanızı.
*
Sivilliğin tartışılmaz birinci şart mı?
Dünyanın âcilen bir tek şeye ihtiyacı var: Hürriyete...
Ötesine sen karışma; karıştıkça karıştırıyorsun ve sivillik ölüyor.
Bunun için de okulların öğretmediği bir şey çok yaralı... O da dilimiz... Sivilliğe geçiş köprüsü yıkık...
Hep başka şeyler konuşuyoruz; halbuki biz dilimizi kaybetmiş bir milletiz. İşe dilden başlayacağız. Hem de hemen... Okullar dilimizi öğretmiyor; bozuyor, yok ediyor. İnsanları konuşamaz hâle getirmek ne demek!
*
Dünya kendine acımayı da mı unuttu! Durma asker fotoğrafı her yer. Buna ne can dayanır ne servet! Tanklar, füzeler, müsellah adamlar, üzerlerine doğrultulmuş silâhların karşısında ağlayan analar, çocuklar... Demokrasi yani unutulan bir sivillik var. Üst üste acılar yaşıyoruz.
Ölümü unutunca; hayatı da hatırlamıyoruz.